İBRAHİMLER ATEŞİN İÇİNDEN ÇIKAR
Bilgisayarın başına geçip köşe yazımı yazmaya başladığım an, yandaki odadan sesler gelmeye başladı; Ankara'da yine bomba patlatmışlar! Tuşlara basan parmaklarımda bir uyuşma hissettim. insanların bu kadar canileştiği bir dünyada yaşamak ne zor şeymiş meğer.
Aslında ben Mehmet Akif'le ilgili yazmayı düşünüyordum; çünkü 12 Mart, İstiklal Marşı'nın kabul günüydü. Bu hengâmede Akif'i daha iyi anlıyorum.
Kocaman bir Osmanlı Devleti gitti gidiyor; dost da belli düşman da; ama yapılacak çok şey de yok. Koca Akif Anadolu'ya çıkıyor, halkının arasına karışıyor, camilerde kürsülere çıkarak halkı irşad ediyor ve vatan savunmasında öncü rol oynuyor. Canını dişine takarak elinden gelen her şeyi yapmak için dur durak bilmiyor, dönemin en etkili gazetelerinde ( Mesela Sebilürrreşad ) coşkulu şiirler, yazılar yazıyor. Adeta tek başına Anadoluyu ayağa kaldırıyor.
" Ey cemaat- i Müslimin! Memleketimizi kurtarmak için devam eden mücadelenizde bir noktaya son derece dikkat etmelisiniz: Bu hareketlerin, bu himmetlerin sırf müdafaa-i din ve vatan gayesine müteveccih ( yönelik ) olduğu yar u ağyar (dost ve düşman) nazarında tamamiyle anlaşılmalıdır. Fırkacılık (particilik), menfaatçilik, kavmiyetçilik gibi hislerden külliyen (tamamen ) müberra (arınmış, ilgisiz) olduğuna yakındakilere, uzaktakilere tamamiyle kanaat gelmelidir. Bu kanaati zerre kadar sarsacak bir harekete, bir söze kimse tarafından meydan verilmemelidir. Hususi emeller, hususi içtihatlar yine hususi olarak sahiplerinin kafasında, kalbinde kalmalıdır; çünkü gaye birdir. Efrad (bireyler) tarafından o müşterek gayeye karşı gösterilecek ufacık bir inhiraf (ayrılık) son derece muhtaç olduğumuz vahdeti (birliği) temelinden sarsmaya kâfidir. Onun için bundan son derece sakınılmalıdır." ( Karesi Zağnos Paşa Camii Vaazı, Sebilü'r Reşad Gazetesi, 12 Şubat 1920)
Dünün şartları ne idiyse, bugün de aynısı devam ediyor. Dün, Haçlıların dıştan saldırılarına karşı kahramanca savaşırken, içimizdeki hainler yüzünden moraller bozuluyor ve vatan adeta "kahpelerin" elinde tarumar ediliyordu. Akif Anadolu'yu dolaşırken, o dönemin onlarca şairleri, kodamanları acaba nerelerdeydiler? İçki masalarında ahkâm keserek mangalda kül bırakmayanlar, Çanakkale'de, Sarıkamış'ta, Balkanlar'da... mehmetçikler şehadet şerbetini içtikten sonra gelip Ankara'da kuruldular ve Akif'i de adeta "vatan haini" ilan ederek onu sürgüne yolladılar.
Dün (12 Mart) prof. unvanlı biri TV'ye çıkıyor ve "İstiklal Marşı"nı Akif yazmadı." diyor! Hakikaten cehaletin böylesi, ancak okuyarak elde edilir, ya da bir art niyetin ifadesi olabilir.
Bugün bunu diyenler gibi, dün daha kötüsünü söylememişler miydi? Akif eğer Mısır'a gitmeseydi ya İstiklal Mahkemeleri tarafından idam edilecekti, ya da suikaste kurban gidecekti. En yakın arkadaşı ve Sebilü'r Reşad Dergisi sahibi Eşref Edip idamla yargılanmış ve yine en yakın arkadaşı Trabzon Meb'usu Ali Şükrü Bey, Meclis'te bir suikaste kurban gitmişti.
Bu milleti doksan yıl mazisine, değerlerine, mefahirine bağlayan tek sağlam ip İstiklal Marşı oldu; çünkü o, milletin ortak paydasıydı.
Ona "Sen git kumlarda oyna." denmiş ve o insanlık abidesi rencide edilmişti. "Türk değil" denmişti ve dışlanmıştı.
Son döneminde gelmiş de ne olmuştu? Öldüğünde naaşını koyacak bir tabut bile bulunamamış ve bir tahtanın üzerine cenazesi konmuştu. İstiklal Marşı'nı yazan insanın tabutuna bayrak sarılmamıştı. Cenazesine hiçbir resmi kişinin katılmaması bir yana, katılanlara da soruşturma açılmıştı. Bunları da geçtik, 1925 ve 1937'de iki defa İstiklal Marşı yazma yarışması açılmış, ama iyi bir eser bulamadıklarından bu iş başarısız olmuştu.
Savaş kazanıldı ve Anadolu kurtarıldı. Savaş başlayıncaya kadar ortalığı sesleriyle dolduranlar Batıcılardı; ne var ki savaşta cepheye gidenler, ateş hattında olanlar, şehit olanlar İslamcılar olmuştu. Fakat savaş bitince de yine Batıcılar konuştu.
İşte bugün, geçmişin bu tecrübelerinden ders çıkaranların başında bulunduğu bir devletimiz vardır ve tüm iç ver dış düşmanları çıldırtan durum da budur. Bilsinler artık, müminler bir ısırıldıkları yerden ikinci defa ısırılmayacak kadar akıllandılar. Memleketin her yanını ateşlere de sarsanız, bilesiniz ki bu ateşlerin içinden İbrahimler çıkacak ve nemrutları yer ile yeksan edecektir.
Bugün Akif'i özgürce konuşabiliyor muyuz? Sanmam! Ne zaman Akif ve o dönem tüm ayrıntılarıyla konuşulur ve yazılır, işte o zaman bugün başımıza gelenleri de anlar gibi oluruz.
Bugün "demokrasinin vazgeçilmezi" olarak partiler gösteriliyor. Particiliğin olumsuzluklarını tartışabilir misiniz? Millet bölük bölük bölünüyor, ayrı kulvarlarda bir sürü oyunlar dönüp gidiyor, biri diğerine en acımasızca saldırarak halkın arasına tefrika tohumları ekiyor ve bunun adına da "çağdaşlık" deniliyor. Tanzimattan sonra başımıza gelenler hep bu tefrika yüzünden gelmedi mi?
Başkanlık sisteminde de particilik var, ama bugünki kadar ayrıştırıcı değil. Batı ve içimizdeki dostları, kendi içlerinde başkanlığa karşı çıkmazlarken, bizdekine amansızca saldırmaları elbette boşuna değildir; çünkü onlar boşa kürek çekmezler.
Eh, zamanın gidişine kim "dur" diyebilmiş ki, bugünün fanileri ona "dur" diyebilsinler!
" Allah'a dayan, saye sarıl, hikmete ram ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol."
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@hotmail.com
NOT: Ankara'daki patlamada ölenlere rahmet, yaralılara acil şifa ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.
YAZIYA YORUM KAT