İLGİNÇ BİR YAZARLIK KURSU
Sosyal alanın hemen her yerinde, ne ile mücadele ettiğini bilmeden kendi değerlerine saldıran ama millete faydalı işler yaptığını sanan insanlara rastlıyoruz.
Bunların makam sahibi olanları da dâhil hemen hemen hepsinin olaylara sonuç odaklı yaklaşan tipler olduğunu görüyorum.
Çoğunun yetkinlik seviyesi ile bilinç durumu arasında uyuşmazlık olduğunu gördükçe de üzülüyorum.
Bunlar, liyakatsizliklerini genelde imaj yoluyla kapatmaya çalışan tiplerden oluşuyor.
Eleştiri konusunda cesaret gösterenler, zihnin dar sokağının hantalları diye takıldığı kişiler bunlardır. Bunların zihinsel radarları, dar alana sıkışan şemsiye gibidir. Bakış açılarını geliştiremedikleri için ne zihinsel tekâmül gösterebiliyorlar ne de bilinçlerini yükseltebiliyorlar.
Düşük seviyenin algısı ile kendini bilmezliğe hizmet ettiklerini ve hakikatlere yabancı kaldıklarının farkında bile değiller.
Arındırılamayan düşük seviyenin süzgeçsiz akıllarıyla eylemleri net olmadığı gibi, her şeyi bulanık görüyor, yanılsamanın kararttığı akıllarıyla kendilerini bilge sanıyorlar.
Yanılsama ile hakikati bir birine karıştırıyor, sezgilerin körlüğü ile hakikat karşısında dilsiz kalıyorlar.
Kaba aklın düşük algısıyla, değer yerine gölgeye sarılıp, birileri tarafından şarj edilmedikçe algıları kilitleniyor. Kilitli akıllarıyla da söylemleri ile eylemlerini bir birine karıştırıyorlar.
Her alanda, milli ve manevi değerlere tutunmadığı halde yetkinlikle donatılan insanlar görmekteyiz. Ama makam sahibi insanlara ne liyakatsizliği ne de hangi akla hizmet ettiklerini bilmemeyi yakıştıramadığımız için fark edemiyorduk.
Karşılaşmaları genel seviyede ele almıyor, münferit karşılaşmalar sanıyorduk. Lakin karşılaşmaların karşısına algıda seçicilik çıkınca münferit olmadıklarını anladık…
Bilinçlere bilinçli biçimde şekiller verildiğini anlayamadığımızı, kökten değişime uğratıldıkça köklü müdahaleler yapıldığını anlayamadığımızı fark ettik.
Bilim adamları; bireyin dikkatini çekebilenler, bilincine de şekil verebilir dediğinde haliyle, ilk aklımıza öğretmenler geliyor. Lakin nesil ırmağının kontrolü öğretmenlerin elinde görülse de, zihin kodlanmasında senaristler, yazarlar ve sanatçılar, bireylerin bilincinin peşini bırakmadıkları için onlardan daha etkisiz olduklarını söyleyemeyiz. Hatta etkileme yöntemleri ile etkileyenleri etkileyerek zihinlere ve tepkilere istedikleri şekli verebileceklerini, kökten değişimin aktivisti olabileceklerini bile söyleyebiliriz.
Millet olarak değerlere tutunmanın önemine vurgu yaparken mağlubiyeti; düşmana benzeme ile bir tutan Aliya İzzet Begoviç, değerlerini sanat ve diğer unsurlarla besleyemeyen milletlerin, bireylerinin karakterlerini de kendileri belirleyemeceğine işaret etmişti. Uzaklaşma ve kopma yaşandıkça da, kendi içinde kendi değerlerine düşman nesillerin çoğalabileceğine değinmişti. Etrafımızda, düşmanın bile yapmakta zorlandığı işleri gönüllü olarak kendi değerlerine saldırarak yapanları gördükçe merhum Begoviç’e hak vermemek elde değil.
Bu hafta bir yazarlık kursunda ilginç karşılaşmalar yaşadım. Hala millet olarak içimizde endişe uyandıran zihinsel tutumların olduğunu görünce hem üzüldüm hem de endişelendim.
Her hafta belli bir konu üzerinde çalışma yapılan derste geçen haftanın konusunu emekli bir öğretmen öyküleştirmiş okuyordu; kadın, birlikte yaşadığı erkeğe hamile olduğunu söyleyince erkek, iyi ya evleniriz diyor. Kadın hayır olamaz… Çocuk senden değil Bülent’tendir diyor. Bülent dediğinde ummadığı biri olduğu için adam şaşırıyor…
Öykünün işlenişinde, ne örf ve adetlerimize, ne yaşam biçimimize, ne inancımıza, ne de maneviyatımıza uyan bir yön yoktu… Öyle bir erkek model konmuştu ki ne ismi karaktere, ne de karakter toplumun genel ahlakına uyuyordu.
Erkek kadına seni çok seviyorum. Sensiz yapamam ne olur çocuğuna baba olabilmem için evlenme teklifimi kabul et diyordu. İşin kurgusu bir yana, yazı bittiğinde büyük bir kesim tarafından alkışlanması daha ilginçti. Sanki millet olarak geleneğimize uygun bir kurgu idi de sınıfın çoğunluğu alkışlıyordu. Kadın, değerlerini katleden katilin bıçağını yalar gibi davranıp kürsüden inince, yerine dönene kadar içimden çok şey söylemek geçti. Ama hiç kimse dinlemeyeceğini belli edince vaz geçtim.
Dursun ismiyle özdeşleşen yörede böyle bir kurgunun değil yazılabilmesi, düşüncesine bile müsaade edilmezken adamın isminin Dursun olarak seçilmesi ilginçti...
İçimden neler geçti neler… Acaba aileyi parçalama planıyla kadın cinayetlerini öne çıkaran, tek taraflı tepki yoğunluğu mu yapılıyor diye düşünmedim değil. Ama kısa mesafenin dar anında içimden geçenleri söyleyemeyeceğimi bildiğimden bir cümle ile dikkatini çekmek istedim. Ben öğretmenim bu işleri iyi bilirim gibi bir havaya girdi. Böyle karakterlerden tenzih ettiğim öğretmenliğin kutsiyetini düşünerek sustum. Lakin genetiği bozulmuş, çamur Şevket’in dumdum Demiralisi gibi davranan öğretmenlerin elinde, nehir gibi akan nesile set olanları da görmezden gelmek olmazdı… En azından sadece, senin yazındaki Dursun adlı kahraman konuya uymadı diyebildim... Hiç cevap vermeden yerine geçip oturdu.
Hoca konuştuklarımızı duymamıştı ama alkışlayan gençlerden birine, sen olsan nasıl davranırdın diye sorunca genç; ben de affederdim hocam dedi ve başından geçen bir olayı anlattı; yakın arkadaşım benim kız arkadaşımla birlikte olmuştu ama kızı sevdiğim için onu affettim. Tekrar arkadaşlığımız devam ediyor dedi. Yine kötülüğü kahramanlaştırma duygusu ile herkes alkışlıyordu. Sadece kursiyerlere baktım ve hangi değerlerle beslendiklerini hayal etmeye başladım.
Geri kalmış milletlerin zihinsel kodlarıyla nasıl oynandığını, kendi değerlerine zarar verenlerin nasıl çoğaltıldığını, bunların bir birilerini coşkulu övgülerle nasıl desteklediklerini hayretle seyrettim.
Milletin geleceği olan çocukları, kendi değerlerine ters düşen bir zihniyetin eline verilmesini anlatsalar inanmazdım. Ama karşımda, hangi düzen ve sisteme hizmet ettiğini bilen işini iyi yapan birileri varmış gibi dinlemeye devam ettim...
Bireyden topluma, toplumdan millete, genel düzen, düzenin bireysel atomuna bağlı olduğuna göre, atomu parçalama yetkinliğinde olanların durumu da; sorunu da ortada idi… Ama eğer kökten halledilmesi gereken durum aranıyorsa o da ortada idi…
Milletin atomu olan aileyi parçalamak için yabancı istihbarat örgütlerinin ensest hikâyeleriyle tepki reflekslerinin sıfırlama planlarına karşı herhangi bir tedbir belirtileri görülmüyordu… Milletin değer tutmayan bilinçte insanlara yetkinlik veren… Kaygan zihin artıklarını topluma hâkim kılma yöntemleri destekleyen… Hain zihniyetleri güç odaklarıyla destekleyenlerin ürünleri sahneleniyordu… Kendimi toparlamakta zorlansam da diğer kursiyerlerin öykülerini dinlemeyi sürdürdüm...
Kendilerini teknik olarak geliştirip güzel yazı yazanların içinde değerlere tutunanlar yok değildi… Ama bazı kişilerin yazdıklarında, duyguları dalgalandıran esintilerin dışında ne bilinci yükselten ne de ruha dokunabilen tek bir cümle yoktu… Kör ideolojinin yavanlığıyla neyi alkışladığını bilmeyenler, bilenlerden çoktu. Hatta yavan aklın şarlatanlığıyla bilgeliğe çır çıplak soyunanlar bile vardı… Düşük bilincin yatay hareketiyle duyguları söndürenler, öksürüklü kahkahayla komiklik yaptığını sananlar da vardı.
Kadının biri, mayalayamadığı duygulara yoğurt çalar gibi çelimsiz kavramlarla sonuç almaya çalışıyordu. Büyük bir kesimin ne tutunduğu değer belliydi ne tutunacakları değerin şekli şemalı…
Kılıktan kılığa girerek yanılsamanın kadrolu elemanı gibi davrananlar ayakta alkışlanıyordu. Alkışlayanların büyük çoğunluğu alkışladığı olayın ne ülke, ne millet ne de medeniyetin değerleriyle örtüşmediğinin farkında bile değildi…
Kör zihniyetin karanlık aydınlarından medet umanlar bir yana, yerli, milli ve maneviyatın masasında dansözlük yapanlar bile vardı… Zihni köleliğe kodlanmış olduğu halde özgünlük şarkısı söyleyenler de... Dişil aklın yatay ifadesiyle mesaj verenler bir yana, efendisini memnun edememenin yüzsüzlüğüyle saldırganlaşanlar da...
Yazı yazıyorlar, öykü yazıyorlar, nerede ise roman yazacaklardı ama işe yarayan, ruha dokunan tek bir mesajları yoktu…
Çoğunluğu, ben yazdım oldu der gibiydiler…
Çoğunun ne amacı vardı ne de hedefi ama ideolojik körlüğün sarsık eliyle kılıç sallamadıkları değer yoktu…
Düşmanın karakteriyle kodlandıklarının farkına varmak bir yana, kendi milletinin değerlerine saldırdıkça kahramanlaşanlardan geçilmiyordu.
Sanki derin kökleri olan bir hainliğin tezahürü karşısında idim…
Hain olmadıkları halde hainliğe hizmet eden masum canavarlıkları gördükçe, maaşını aldığı milletin padişahına, kinim dinimdir diyerek öldüren hain paşalar canlanıyordu gözümde…
Tepkilerimi kontrol altına almakta hayli zorlansam da sabırla dinledim…
Öğretmenliğiyle nesli zehirleyenler, yazarlıklarıyla hainliğe estetik kazandırıp güzel göstermeye hazırlanıyorlardı…
Arjantinli H. A. Livraga isimli ünlü bir yazarın; yönsüz mürekkep nehirleriyle yazılanlara değil, yüreklere ateşle kazınan sözlere önem veriniz cümleleri canlandı zihnimde. Ama ne zihnin saf ateşine ne de üzeri ateşle kazınacak yürek vardı karşımda…
Karşılarına geçip; yazarlık için sadece teknik bilginin yeterli olamayacağını söyleyesim geldi.
Milletin geleceğini şekillendirecek mesajı veren ünlü yazarlar kitaplarını sadece teknik bilgiyle yazmadıklarını diyesim geldi…
Felsefi zenginliklerin derin anlamlarına vakıf olmadan, sadece magazin kültürüyle beslenip yazar olmayacağını bağırasım geldi…
Tarihsel tecrübelerin sembolik paketlerini açıp anlamlandırmadan, mitik anlatıları güncellemeden, yazıları yavanlıktan kurtarmadan yazar olunamayacağını haykırasım geldi…
Ama ne duyacak kulak, ne anlayacak zihin göremeyince vaz geçtim…
YAZIYA YORUM KAT