İNSAN OLDUĞUMU NE ZAMAN ANLADIM?
İnsan olduğunu ne zaman anladın, diye bana sorsanız; hayatta bu kadar zor soruyla hiç karşılaşmadığımı söyleyebilirim. Zaman zaman insan olduğumu hissettim, ama bu soruya son noktayı koyabildim mi? Sanmam.
İlk defa biyolojik varlığımın kıyılarında dolaşırken dehşete kapıldım!
Erkek spermi 60 milyonla 120 milyon arasında insanı içinde taşır. Yani bir kaşığı dolduramayacak kadar olan o sıvı, içinde yaklaşık yüz milyon insan barındırır! Çarpıldım! Ben, yüz milyonun içinden seçilerek mi geldim? Evet! Hımm, demek ki ben seçilmişim.
Dünya denilen meydana düştüm ve büyümeye başladım; ama artık ben, o bej sıvı değilim: bir damla sudan kocaman bir varlık olarak çıktım. Dehşet!
Tüm organlarım bir yana, düşünmek denilen meseleyi çözemedim. Düşünmek, kelimelerle, ama nasıl? Kelime çok kaygan bir şey; içine girersiniz ve dolanırsınız çeperinde. Bir çıkış yolu bulamazsanız, adeta patlarsınız içinde. Her kelime, aslında insanı sonsuza çıkaracak bir kapı taşır. İşte düşünce denilen o Anka kuşu, o kapıdan uçtuktan sonra kendini hisseder. O Anka kuşu Kafdağı’na konduktan sonra, insan kendine o zaman yönelir. Kafdağı bir aynadır, o aynaya bakmadıkça insan kendini tanıyamaz. Ayna kırık olunca insan aynada çok görünür de, bölmeli beyinler acaba varlığa birlik noktasından bakabilirler mi?
İnsan, insan olduğunu hissetmeye başlayınca kendi içinde kıyametler kopar! Yaralı bir kedi gördüğümde içim sızlayıp durur da, karşımdaki bir insanın canına kıymak için adeta can atarım! İnsanın kedi kadar kıymeti mi yok, yoksa ben o anda insanlıktan çok uzaklarda başka bir diyarda mıyım?
Beni yöneten beynim, ama beynime hükmeden şey ise kelimeler ve kavramlar; algılar ve alışkanlıklar. Ben, hayat boyu bana yüklenen kelime ve kavramların, algı ve alışkanlıkların esareti altındayım. Silahım, yaşadığım zamanın değer yargıları. Kelimelerimle bu değer yargılarını eşip eşip hükümler çıkarıyor ve “en doğru” olduklarını söylüyorum. Benden önceki “en doğru”lar çöpe atıldı, benden sonrakiler de benim “en doğru”larımı büyük bir ihtimalle çöpe atacaklar. Ben, kendi gerçeğimin mahkümü müyüm?
İnsan olduğumu ne zaman hissettim? Evrensel gerçekliğin olmadığı, olamayacağı; fakat evrensel bir Hakikat’in mutlaka var olduğunu biraz anladığım zaman.
Su, hayatın özünde durur. Ateşi görünce buharlaşır ve gözden uzak olur. Soğuğu görünce de katılaşır ve su olmaktan çıkar. Suyun gerçeği var; üç boyutta (katı, sıvı, gaz), ama hakikati ne?
Su, iki hidrojen ve bir oksijenden meydana gelir. Yanıcı ve yakıcı olan iki gaz, kimyasal bir formülle birleşerek söndürücü olan suyu oluşturur.
Maddeler âleminde hiçbir şey sallapati dolaşmazken ve her şey bir formül etrafında kümelenirken, ben hangi formülle insan olduğumu bileceğim?
Benim içimi yakan iki şeyi, nefs ve şeytanı, İslam formülü etrafında birleştirip ruhumun barışını sağlarsam, Hakikat’in kapısında içeri girer, insanlığımı hisseder huzur ve afiyete kavuşmaz mıyım? Her şeyin bir formülü var da, İNSAN olmanın, İNSAN kalmanın ve dünyayı İNSAN olarak terk etmenin bir formülü olmaz mı?
Bir deniz kuşu ölmesin diye Birleşmiş Milletleri ayağa kaldıranlar (bu da güzel), milyonlarca insan öldürdüklerinde ise kahraman oluyor, madalya alıyorlar! Huzur ve afiyet bir köşede oturmak değildir, kendinden kurtulmaktır. Kendini hâlâ bir damla su olmaktan kurtaramayanlar, ayaz altında buz olmaktan da kaçamayacaklardır.
İnsan olmanın en kestirme yolu kendini bilmektir. Kendini bilmek için kelimelere sahip olmak gerekir. O kelimeler, zamanla kayıtlı ise sen kendi gerçeğin içinde boğulup gidersin. Zamanı aşan, hatta zamanlar üstü kelimelere sahipsen, işte o zaman Hakikat’i kıyısından yakalarsın ve sonsuz yolculuğuna İNSAN olarak çıkarsın. Gerisi mi? Çöp bile değildir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT