İNTİHAR EDENLERE SORAMADIK
Gazeteler üçüncü sayfalarına şu haberi geçtiler:
“ Konya’da resim öğretmeni bir genç kız ( Nazire Dağ, 25 ), eski sevgilisi nişanlanınca, başına poşet geçirerek intihar etti.” Kâğıda düştüğü notta şunlar yazılı: “ Öyle bir suçluluk duygusu var ki bende, yemeğin yemediğim yarısının bile kalbinin kırıldığını düşünüyorum. İnsanlar yaşamayı becerebilenlerin karşısında donup kalıyor. Yani nasıl oluyor da insanlar, yaşamaya ara vermek istemiyorlar?..”
İntihar!.. Ürkütücü bir kelime; ürkütücü ve ruh delici! Dünya kuruldu kurulalı insanlar kendi canlarına kıymışlar, ama son yüzyıl bu konuda da şampiyon! Özellikle gelişmiş ülkelerde, ekonomik sıkıntılarını çözmüş ülkelerde intiharlar daha çok yaygın. Bunun da ötesi, cins kafalar, yazarlar, sanatçılar adeta intihara susamış gibi.
“Yazık! Her şey ölecek demek ben ölürsem!” (Gerard De Nerval) “Yazık” ise niçin kendini öldürüyorsun? Bir cevabı olsa, bir çıkış yolu bulur ve oradan hayata açılırdı, ama yok. Hayat algısı çıkışsız bir labirent gibi midir? Bir korkunun anaforu mudur, yoksa bir sevginin silinip gitmesi midir?
Kendilerini ölümün kucağına atan bunca insanı anlamak zordur. Aslında hayatta kim kimi anlamıştır ki, yaşam mumuna üfleyenleri anlayalım? Antik Yunan’da bir dönem salgın haline gelen kadın intiharlarını önlemek için cesetler ibret olsun diye soyularak şehrin meydanına asılırmış. Kısa zaman önce Güneydoğu’daki kızların intiharı gibi bir hayat yılgınlığı, bir istismar, bir yenilginin kendine dönük saldırısı mı? Bilim bir şeyler söylese de tadı anlatamaz, o tadılır.
İnsan, içindeki dumanları bir yerlere boşaltmak istiyor da kap mı bulamıyor? İç dünyasında sonsuzluğa açılan kapının anahtarını mı kaybetmiş de dünya dumanı onu boğmaktadır? Hayat mı insanı kaldıramamış, yoksa insanın hayata açılan şifresi mi kaybolmuştur? Akıl mı, tıpkı örümcek gibi, önce ağını örerek ona tutulmuştur? Bilinmez!
Her mutsuzluk dalgası bizi boğarsa, yaşam kapkaranlık bir kuyu gibi karşımıza çıkmaz mı? Hayat mevsimler gibidir; kıştan sonra bahar gelir. Aklı kutuplara salanlar mı intiharı seçmektedir? Bakıyoruz bazı insanların ağızlarından kelimeler dans ederek, adeta büyülü bir nağme gibi çıkmakta ve bulundukları yere bahar gelmektedir. Bazı kimselerin de dilinden sözcükler bir yılan gibi ıslık çalarak ve sürünerek çıkmaktadır. O zaman de zemheri kış ruhu titretip durmaktadır.
Varlığa karşı duyulan sevgi, içimizde baygın yatan kelimeleri uyandırır; nefret ve ümitsizlik ise içimize ölüler bırakır. Önce kelimeler mi ölür içlerinde, intihar eden insanların? İntihar, ölü kelimelerin hayata düştüğü not mudur?
“ Hepinize… İşte ölüyorum! Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Bağışlayın beni. İş değil bu, biliyorum; ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı. Lili, beni sev!” (V. Mayakovski)
Bir avcı, uçmakta olan bir çift güvercinin dişisini vurur. Erkek güvercin, sevgilisinin yere düştüğünü görünce, havalanır ve gökyüzünde kaybolur. Biraz sonra da hışımla yere çakılır, intihar eder. Sevgi boğulması mıdır, intihar?
İntihar eden birçok yazar ve sanatçılardan biri olan Yahudi kökenli Stefan Zweig, Hitler’in fırtınasının dinmeyeceğini düşünerek karamsarlığa kapılır ve Nobel ödüllü bu yazar, anne ve babası gibi intihar eder.
Bizde de Tanzimat’tan sonra, edebiyatçılarımızın eserlerinde intihar bolca boy gösterir. Ateizm’i kendine yurt edinen Beşir Fuat, bileklerini keserek, 36 yaşında, intihar eder. Şemsettin Sami’nin “Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat” adlı romanının kahramanları Talat ve Fıtnat intihar eder.
Sami Paşazade Sezai’nin “Sergüzeşt” adlı romanının kahramanı Dilber, kendini Nil nehrine atarak intihar eder. Halit Ziya’nın “Aşk-ı Memnu” adlı romanı, Tanpınar’ın deyimiyle, “ Küçük bir aile cehennemidir.” Burada da Bihter intihar eder. Mehmet Rauf’un Psikolojik romanının kahramanları Necip ve Suat da intihar ederler. Ziya Gökalp genç yaşında beynine kurşun sıkar, ama ölmez, onunla yaşar.
“ Dişisine kötü davranan tek hayvan insandır.” diyen tüm zamanların en çok okunan romancısı Jack London 40 yaşında intihar eder. Albert Camus “ Öte dünyayla göbek bağını koparmış bir dünyanın insanı ya intihar eder, ya isyan!” diyerek intiharı değil de isyanı seçer. “Evet İsyan” kitabının adı.
20. Yüzyılın en önemli kadın şairlerinden Sylvia Plath, “ Ölmek… Her şey gibi bir sanattır/ Bu konuda yoktur üstüme.” diyerek 29 yaşında intihar eder.
Hayat, ölümün kucağında ninnilerle uyuyan çocuk gibi; uygarlık beşiği bu çocuğu uyutur, uyanınca hayat yoktur. İntiharlar, vahiyle dolmayan aklın infilakı mıdır? İbn Haldun “ İnsanları açlık öldürmez, daha önce alışmış oldukları tokluk onları öldürür.” der. Ruhun açlığı, aklın dünya bulutlarıyla boğulması mıdır, intihar?
Ne olursa olsun, bir insanlık dramıdır ve hepimize bir şeyler söyler.
YAZIYA YORUM KAT