İSMAİLLER, İBRAHİMÎ YÜREKLERE HEDİYE EDİLİR
İnsan için bilinmemekten daha büyük bir acı var mıdır?
Bütün ıstıraplarımızın temelinde acaba unutulmak korkusu mu yatmaktadır?
Capcanlı bir ağaç gibi gökyüzüne yükselirken kurumak, kesilmek, sökülmek ve bir biçimde dünyadan gider olmak, ruhumuzu dilhun etmiyor mu?
İlkokul birinci sınıfındaki çocuklar gibi dünya sıralarını doldurmuşuz. Ayağa kalkmak, tahtaya bir şeyler yazmak ve öğretmenimizden aferin almak en büyük arzumuz. Varlığımızın kanıtı aslında bu “aferinler” değil midir?
Ne fark eder, ister iki kere iki dört eder dediğimiz için aldığımız aferinler; ister sahnede icra ettiğimiz sanattan ötürü halkın alkış tarzında ortaya koyduğu aferinler veya hayatın diğer bölümlerindeki başarılarımızın bize getirdiği aferinler. Sonuçta hepsi, bizim var olduğumuzu kanıtlamıyor mu?
Hoşumuza giden şeyler, bizim varlığımıza hitabettiği için güzel, nefret ettiğimiz şeylerse, varlığımızı es geçtiği için çirkin.
Düşman kazanmak istiyorsanız herkesi unutunuz. Her unuttuğunuz insan sizin potansiyel düşmanınızdır artık. Dost, hatırladıklarınızdır. Allah bile unutulmayı affetmiyor ve kendini hatırlamak için “zikr”i en ön plana çıkarıyor. Demek ki, hatırladığın kadar hatırlanıyor, eksiliyor veya çoğalıyorsun.
Kabuğuna çekilmek, aslında hatırlanmaktan korkmak demek değildir. Hatırlanıyor olmamaktan duyulan nefretin hayata karşı bir başkaldırısı, başkalarını, inadına hatırlamama sendromudur. Başkalarından alınan pasif intikamdır.
Her insan bir kitaptır, kendi okuyucusunu arar. İç dünyanızda ne kelimeler yatıyor; onları bir uyandıran yoksa yazık, tarihe not düşemeyeceksiniz ve sizi okuyan olmayacak, yani unutulup gitmiş olacaksınız. İçinizde kıvrılıp yatan sözcüklerin okunması demek, sizi hayata bağlayan el-kolun hareket etmesi demektir. Feryadınız, kelimelerinizin ölümcül uykuya yatışından. Onları bir uyandıran, acınızı da bir dindiren değil midir?
Dünyada, hatırlandığın kadar yaşamışsın. Zaman, aslında hatırlanma sarkacından başka nedir ki? Birisi öyle diyor: “Dünyada seni tanıyan son insan da öldükten sonra artık sen hiç yaşamamış gibisin.”
Cehennem, unutulanların yurdu, cennet, ebedi hatırlananların.
Ne çok acı var dünyada? Unutulmak en büyük acı. Unutulmak, var olmak kaygısını da peşinden getirdiği için can evine oturuyor. Unutulma dehşetini en aza indirmek için seviyoruz. Sevgi, bilinmeyi kamçıladığı için mukaddes. Sevdikçe var kılıyor, sevildikçe var oluyoruz. Sevgi, varlığın şifresi. Bu şifreyi bilmeyen neyi biliyor ki hayatta?
İnsanda bulamadığını eşyada arama yoluna koyulanlar, sanatçılar. Onlar ne kadar yalnız? Onlar yalnızlığı yontarak sanata ulaşmışlardır. Onlar yalnızlığın dilini çözerek efkârlarını notalara dökmüşler, bir kelimede gönül çırpıntısının nabzını tutmuşlardır.
Sanatçı, unutulmak acısını feryadına saran insandır. Eseri, onun bu feryadının adıdır. Bir yerde var olma feryadı yoksa orada sanat yok demektir. Bunun içindir ki, sanatın ateşi beyni de gönlü de ( özellikle gönlü) yakar. Beyni ve gönlü yangın yerine dönmemiş insandan sanatçı mı olur?
İbrahimî yürek taşımayana İsmail hediye edilmemiştir. Hira’da yalnızlığını demlemeyene Medine’ler kucak açmaz. Senin Hira’n var mı? Hira’sı olmayan unutulur dostum. Hira, biricik dosttur seni anlayan. Hira’daki taşlar seni anlar da Ebu Cehiller anlamaz. Anlamayanın seni tanıdım demesine kulak verme. O tanıyışlar Muhammedi koku taşımaz. Onlar Ebu Leheb nefesleridir ki ateş yüklüdür. Zaten çile, anlaşılmadığın yerde yaşamanın adı değil midir?
Ey ürkek gönül! Daha yavru ceylan gibisin, çöllerin derinliği ve ıssızlığı seni ürkütmektedir. Gün gelir büyüyecek, tanınacak ve çöllere açılacaksın. Çöllerin serap denen kahramanları sana kılıç çekecek, sen seraplara karşı O’nu hatırlama silahıyla direneceksin. Kumlar seni tanıyacak, güneş, sana hem ışık hem de ısı sunacak, çöldeki hayvanlar bile yoldaşın olacak. İşte o zaman çölün derinliklerinden adın okunacak ve sana kimlik verilecektir. Çölün mührü bulunmayan kimlikler, ölümcül kimliklerdir.
Şu çiçeğe bak, bahar mı onu unutmayan yoksa o mu baharı unutmadığı için çiçek olmuş? Sabahın yüzünü ağartan şu güneşe şafak hangi şarkıyı fısıldamaktadır? Ve bu şarkıyı dinlemeden sen uyumaktasın!
Karanlıktan korkmaz insan, kimlik sunamamaktan korkar. Kimliği yutan her şey karanlıktan daha acımasızdır. Dünya döner durur güneşin ardından kimliğini izhar edebilmek için.
Ey Dünya insanları! Güneşten de öte ebedi bir nurla size doğarak, kimliğinizi hatırlatan, bilinmeme korkusunu bir anne şefkatiyle sizden gidermeye çalışan; içinizdeki kelimeleri sıraya dizip sizi kitaplaştıran ve okunur hale getireni unuttunuz mu? Karanlıkları yurt edinenlerin çığlıklarını duymuyor musunuz? Unuttunuz mu yaradılış gerçeğinizi? Unutulmadan artık hatırlayınız; çünkü bu, son hatırlayış secdesidir. Gün batmak üzeredir.
NOT: Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin Kızılay aracılığıyla başlatmış olduğu “Filistin’e Ambulans Kampanyası”nı cân-ı gönülden destekliyorum. Değerli okuyucularımın da bu kampanyaya destek olacaklarını umuyorum.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT