İSTANBUL’DAN NAZLI BUDİN’E…
Konferanslarım doğrultusunda yaklaşık bir haftadır Avrupa‘dayım. Hani bir söz vardır ya, ‘’Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?’’ diye. Bence ikisi de değil. Okumadan gezen, fikri bir ishal içinde, okuyan; fakat gezmeyen ise, fikri bir kabızlık içinde olur. Okuyup gezendir sağlıklı olan, sağlıklı düşünebilen, görebilen.
16 Mart Perşembe günü İstanbul’dan Budapeşte’ye uçtum. Budapeşte tarihi bir şehir. 1956’da ‘’Macar İhtilali’’yle Sovyetler Birliği’nin boyunduruğuna girmiş ve bu durumu komünizmin dağıldığı 1989 yılına kadar devam etmiştir.
Budapeşte tarih kokuyor; fakat gelişimi bir Avrupa seviyesinde değil. Macaristan ne tam Avrupa ülkesi ne de bir doğu ülkesi; sanki araftaki bir ülke görünümü sergilemektedir. Budapeşte’de ziyaret edilecek en önemli Türk mekanı ‘’Yunus Emre Enstitüsü.’’ Enstitü, UNESCO tarafında dünya mirası listesinde bulunan Andrassy caddesi üzerinde, şehrin göbeğinde bir saray yavrusu görüntüsü vermektedir. Mekan kira değil, satın alınarak devlet mülkü haline getirilmiş. Yunus Emre Enstitüsü’’nün müdürü genç ve cevval bir insan olan Yakup Gül Bey bizi karşılıyor, mekanı gezdiriyor ve yaptıkları etkinlikleri bir bir anlatıyor. Hayranlıkla onu dinliyor ve yurt dışında medeniyetimin köklerine bu denli sahip çıkılmasına çok seviniyorum. İçimden galiba medeniyet yolu açılıyor duygusu geçiyor.
Daha sonra birlikte Budin Kalesi’ni ziyaret ediyoruz. Muhteşem tarihi eserlerle iç içeyiz. Kalenin içindeki Matyes Kilisesi 150 yıl cami olarak işlev görmüş. Kanuni Sultan Süleyman buraları feth ettiğinde ilk iş olarak bu kiliseyi cami olarak kullanmış ve ilk cuma namazını burada kıldırmıştır.
Maalesef tarihimizi çocuklarımıza tanıtamadık.
Atalarına kayıtsız, hatta zaman zaman düşmanca tavırlar takınabilen bir neslin yetişmesine mani olamadık. Sanki üç kıtaya hükmeden, sömürmeden adalet dağıtan bizim ecdadımız Osmanlı değilmiş gibi onlara sırt döndük.
Evet, tarihimizi bilmiyoruz!
Viyana’ya kadar Balkanlar’ın tümünde, Mohaçta, Budin’de, Zigetvar’da (ki, Kanuni’nin iç organları burada gömülü) yüz yıllar hüküm sürmemiş gibi, bilmiyoruz tarihimizi.
Budapeşte’de TİKA’yı ziyaret ettik. ‘’Gül Baba’’ Türbesi devletimizce yeniden onarılıyor. Bir Bektaşi Şeyhi olan ‘’Gül Baba’’, buralarda gönülleri çoşturmuş yıllarca. Bizi ağırlayan TİKA Koordinatörü Pınar Hanım’a teşekkür ederek oradan ayrıldık.
Akşam ‘’Yunus Emre Enstitüsü’’nde, fotoğraf sanatçısı Murat Gür Bey’in ‘’İnsan’’ teması üzerindeki fotoğraf sergisine katıldık. Büyükelçi’nin de katıldığı ve tümüyle yerel halkın izlediği ‘’Fotoğraf Sergisi’’ göz doldurdu. Yakup Gül Bey, her ay 6-7 tane kültürel etkinlik yaptıklarından söz etti. Bu etkinlikler tamamen yerel halka yönelik oluyormuş ve Türk Kültürünü tanıtma amaçlıymış.
Ben de akşamki etkinlikleri görünce ülkem ve kültürüm adına çok mutlu oldum.
Sonra Avrupa’ya turneye çıkmış bir grup tiyatrocu, Mehmet Ali Tuncer önderliğinde Enstitüye geldiler ve onlarla kısa da olsa, sanat ve tarih üzerine sohbetler yaptık.
Fransa’dakiler bekliyordu. Metz-Fameck’teki arkadaşların organize ettüği ‘’Çanakkale Gecesi’’ne konuşmacı olarak davetliydim. 19 Mart Pazar günü Budapeşte’den Brüksel’e uçtum. Brüksel’den, arkadaşlar beni alarak, karayoluyla Metz-Fameck’e götürdüler. O gece ‘’Çanakkale Konferansı’’mı gerçekleştirdim. Özellikle Fameck’deki dostlara teşekkür ediyorum, misafirperverlikleri ve heyecanları için. Başkan Cavit Bey’e, Karamanlı Mustafa’ya; benim eski yerim Forbach’tan konferansıma gelen Atilla, Bektaş, Mehmet ve Hasan kardeşlerime, gecenin sunuculuğunu yapan ve bizi Luxenbourg’da ağırlayan Mustafa Doğan’a ve adlarını hatırlayamadığım diğer dostlara teşekkür ediyorum.
Avrupa, yirmi yıl önce ne idiyse onu aynı yerde sayıyor gördüm. Zaman zaman buralara uğrasam da bunca yıl gözle görülür bir gelişim gösteremedi. Bunun yanında geçmişinde, mazlum ülkelere yapmış olduğu zulmün bedelini öder görünmektedir. Belki ‘’bitmiş’’ bir yapı söz konusudur. Bitmemiş ülkeleri de yeni baştan sömürme gücünü kendinde bulamayınca, yaramaz çocuk gibi yerinde çırpınmaktadır.
Avrupa ‘’demokrasi, insani değerler...’’ dese de ‘’ırkçı’’ tutumundan vaz geçemiyor; adeta genlerine işlemiş gibi. Tarihte olduğu gibi Avrupa’ya insanlık dersi verme sırası artık bize gelmiş bulunuyor. Bugün çektiğimiz tüm sancılar belki de bu dersin ilk cümleleridir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT