İŞTE ÖYLE BİR GEÇMİŞ!..
Yaş kemale doğru yol alınca insan geçmiş günlerini daha bir anar oluyor.
Bugün ben de biraz nostalji yapmak istiyorum. Eskileri yâd ederek, belki yeni nesle bir faydası olur ümidiyle birkaç yaşanmışlığı paylaşmak niyetindeyim.
Kendi köyümde ilkokul öğretmeniyim. Göreve yeni başladığımız seksen öncesi yıllar. Karadeniz Bölgesi’nde yemyeşil tabiatla kaplı bir köy; Tütüncüler. Rize iline bağlı Pazar ilçesinin oldukça büyük ve şirin bir köyü.
O dönem eski bir evimiz var ve bu ev ihtiyaca pek cevap vermiyor. Evin yanına genişçe bir küçük ev inşa ediyoruz. Bütün meselem, bu evcikte olabildiğince halkı toplamak ve sabahlara kadar kitaplar okumak ve sohbetler etmek.
Allah nasip etti evciği yaptık ve Bismillah diyerek kitaplar okumaya başladık.
Trabzon’dan Hopa’ya kadar nerede, ne kadar “ehli iman” öğretmen, memur varsa önce onları davet ederek işe başladık. Bunu yaparken köyümüzün gençlerini, hatta çocuklarını da ihmal etmiyoruz.
Kısa zamanda faaliyetimiz duyuldu ve bir akşam ben tam yüz kişi saydım sohbette.
Ne mi yapıyor veya neler okuyoruz?
Yeni yeni tanıdığım Seyyid Kutub okumalarımız başta geliyor. “Fizilal’il Kur’an” isimli tefsiri başta olmak üzere “Yoldaki İşaretler” adlı muhteşem eserini heyecanla, hararetle okuyoruz ve etrafında tartışıyoruz. Mevdudi’nin “Dört Terim” adlı küçük, fakat atom gibi eseri hep elimizde ve diğer eserleri. Said Havva’nın “Allah Erinin Ahlâk ve Kültürü” ile diğer eserleri. Abdülkadir Udeh’in “İslam Şeriatı”, Muhammed Kutub’un “İslam Eğitim Metodu” ve diğer eserleri… okuduğumuz kitaplardan bazıları.
Bunların yanında, Necip Fazıl’la yeni tanıştığımız yıllar. Onun “Babıali, Son Devrin Din mazlumları, Büyük Mazlumlar, O ve Ben, Batı Tefekkürü İslam Tasavvufu, Çöle İnen Nur…” ve diğer kitapları ile hep elimizin altında bulunan “Çile” isimli şiir kitabı.
Sezai Karakoç gündeme geliyor ve “Diriliş Neslinin Amentüsü” ile giriş yapıyoruz. Karakoç, bir Necip Fazıl öğrencisi olmakla birlikte daha derinden yürüyen ve izler bırakan bir düşünce ve edebiyat insanı. Onu çok seviyoruz. Cemil Meriç “Bu Ülke”siyle gündemimize oturuyor. Farklı bir üslûp ve doyurucu bir kalem. Gençler Necip Fazıl’ın şiirleriyle birlikte, Cemil Meriç’in de kısa ve vurucu cümlelerini ezberliyorlar. Ali Şeriati’yi atlamayayım, medeniyet anlayışımızı derinleştiren güzel insan. Resmi tarihin dışında “gerçek” tarihle tanıştıkça gözlerimiz belli noktalara mıhlanıyor ve düşüncelere dalıyoruz.
Zaman ilerliyor ve 12 Eylül 1980 darbesi geliyor. Bizler biraz çekinsek ve bazı şeyler yaşasak da yolumuza devam ediyoruz. Kitap okunurken ve sohbet edilirken yaşları 12- 15 arasında değişen çocuk ve gençler de bizlere hizmet ediyorlar; çay servisleri, öteberi yitecekler, meyve servisleri onların yönetiminde. Bu çocuk ve gençlerden birçoğu bugün hayatın değişik kademelerinde çok fazla erozyona uğramadan o şuurla hareket ediyorlar. Hayatta hiçbir şey tesadüfen gelişmiyor.
Seksen sonrası Türkçe/ Edebiyat bölümünü bitirmem, yurtdışına Milli Eğitim Bakanlığı’nca Türkçe öğretmeni olarak (Fransa’ya) gönderilmemle köy hayatımız bitiyor, fakat yeni bir hayat Fransa’da başlıyor. Orda da okuma ve sohbet halkaları kuruyorum ve bu işimiz altı sene sürüyor.
Fransa’da neler okuduk?
Kısaca söylersem Mesnevi okumalarımız ve onun üzerine sohbetlerimiz hep devam etti ve halen etmektedir. Tefsir ve Hadis hep elimizin altında. Bunun yanında her dönem mutlaka bir “Akaid” kitabı okuduk. İbni Arabi’yi yalnız okumaya başladım. Hele “Füsüsü’l Hikem” adlı eserini okudukça doyamadım. Her öğretmenin onunla birlikte mutlaka Mesnevi okumasını arzu ediyorum. Bu topraklarda yaşayıp, bu topraklarda öğretmenlik yapan herkesin Mesnevi, Füsüs’ül Hikem, Mantk’el Tayr (Kuşların Dili) adlı eserleri okumayan herkes eğitimde eksiktir diye düşünüyorum.
“Keskin düşünceler” içeren bunca eserin yanında elbette Doğu- Batı klasiklerini de okuduk. Yaş ilerledikçe gönül daha bir devreye giriyor. Batılı bir düşünürün (Bernard Shav olsa gerek) bir sözü vardır, der ki: “Otuz beş yaşına kadar sosyalist olmayanın aklından, otuz beşinden sonra da sosyalist olanın kalbinden şüphe ederim.”
Çok kısa olarak ve bir kuşbakışıyla, okuyucularımı geçmişe götürmeye çalıştım. Özel bir hayat belki,ama o dönemi yaşayan akranlarımdan bu hayata benzer hayatı yaşayanları biliyorum. Ne yazık ki, zaman zaman onların evlerine gittiğimde, o dönemlerde yayınlanan kitapların birçoğu, bu arkadaşlarımızın kütüphanelerini süslüyor, fakat sanki sonraki yıllar yaşanmamış gibi, kütüphanelerinde yeni kitaplar yok.
Elbette herkes okumayacak. Aslolan imanla dünyadan göçmektir. Bunu başarırsak, dünyada yaşadıklarımızın da bir anlamı olur. Gerisi mi, bir sürü vehim!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT