KAN İZLERİNİ GÖREMİYOR MUSUNUZ?
Ünlü Rus yazar Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar?” adlı kitabında çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır. Kendi halinde bir çiftçi olan Pahom’un hayallerini hep daha zengin bir hayat süsler. Uzak bir yerde zengin ve cömert bir ağanın karşılıksız toprak verdiğini duyunca, hiç zaman kaybetmeden hemen o ağanın yanına varır ve talebini iletir.
Gerçekten de ağa cömert biridir ve herkese istediği kadar toprak vermektedir. Fakat bir şartı vardır ve onu da Pahom’a iletir:
“Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin; fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmek şartıyla! Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”
Pahom sevinçle güneşin doğuşuyla beraber yürümeye başlar. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. “Şunu da aşayım, bu bağ da çok güzel. O da benim olsun.” derken, bakar ki akşam olmak üzeredir. Koşar koşar, ama takatten kesilir, dizleri tutmaz olur. Zar zor yürümeye devam ederken burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı yere yaklaşmışken, bir an yere yığılır ve bir daha kalkamaz; ölür!
Ağa olanları izlemektedir. Çok kere şahit olduğu olay tekrarlanmaktadır. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’un mezarının başında durarak şöyle der: “ Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”
Evet, hangi insan dünyayı sırtlanarak götürebilmiştir? Bu ibretlik öykünün içinde aslında hepimiz varız. Biz de bu bağların, bahçelerin içine düşsek, “biraz daha, biraz daha” diyerek uzaklara göz dikeriz de gelen eceli göremeyiz.
Aslında bizim kaynaklarda da buna benzer çok hikmetli anlatışlar, hikâyeler vardır. Mesela, Feridüttin Attar’ın “ Mantık- el Tayr- Kuşların Dili” adlı kitabında anlattığı “Simurg” hikâyesindeki bülbülün davranışı bunun gibidir. Simurg’a ulaşmak için yola çıkan kuşlardan biri de bülbüldür; fakat bülbül yolda gülü görünce sapar ve yoldan ayrılır, Sümurg’a ulaşamaz. Bülbülün zaafı güldü, ya senin zaafın? İnsan, zaafını bilen ve orasını iyi koruyabilendir.
Allah en güzelini bilir ve bize Kur’an’ı Kerim’de anlatır:
“ Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider.) Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (Dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.” ( Hadid suresi; 20. Ayet)
Baş oldum diye övünüyor, asıp kesiyor; kimseyi tanımıyor. “Dünya benim elimde bir oyuncaktan ibarettir.” diye geceleri uykusu kaçıyor. Firavundan daha mı şöhretli ve güçlüsün? Yeryüzünde gelip gelecek hükümdarlar içinde Süleyman (AS)’dan daha güçlü kimse yoktu ve olmayacak da; çünkü o, hayvanlarla ve diğer canlılarla konuşuyor, onlara emirler veriyordu.
Basit bir koltuğa oturur, kendini sanki ilah zanneder ve etrafındakilere zulmeder durur.
Patron olur, çalıştırdığı işçilerin hakkını vermez. Amir olur, memurlara kan kusturur. Öğretmen olur, çocukların fıtratını bozar. Din adamı olur, dini tahrif eder. Devlet başkanı olur, insanların yalnız malını değil, imanını da çalar. Sahip olmak tutkusuyla yanıp tutuşur; oysa “olmak” diye bir derdi olsaydı, hem kendisi mutlu olurdu iki dünyada da, hem de maiyetinde olanları mutlu ederdi. Yazık ki, nefsini ilah edinenlerin derin düşünme diye bir dertleri yoktur.
Pahom, dünya tutkusuyla burnundan kanlar damlayarak öldü. İçimizde, etrafımızda, dünyada nice Pahomlar dolaşmaktadır. Kan izlerini göremiyor musunuz yoksa?
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT