KELİME
“Kuşlara benzer kelimeler, odana dolarlar bir akşam. Nereden gelirler bilinmez. Kâh çığlık çığlığadırlar, kâh sesleri işitilmez.
Çiçeğe benzer kelimeler: Turuncu, erguvan, beyaz. Bir rüzgâr sürükler hepsini. Bulutlara güven olmaz.” (Bu Ülke, Cemil Meriç)
Ortaokul ikinci sınıfta bir dersten ikmale kalmıştım. Zamanı gelince ikmal sınavına girdim ve sonucu heyecanla bekleyip durdum. Sınav sonuç listesinin asıldığını duyunca okula koştum ve sınav sonuç listesine hızla atan nabzımla bakmaya başladım. Adımı buldum ve tam karşısında “geçti” kelimesini görünce nasıl sevindiğimi anlatmaktan acizim.
“Geçti” bir kelimeydi, fakat benim hayatımın odak noktasıydı; çünkü o sene sınıfımı geçemeseydim, okulu bırakıp “pastacı” olmaya doğru yürüyecektim.
Hayatımızda kelimelerin çok derin izleri vardır. “Seni seviyorum.” cümlesi iki kelimeden oluşuyor, fakat içimizde akıp duran ırmağın yönünü değiştiriyor.
Annemin, “evladım” diye bana seslenişinin yankısı, yıllar geçmesine rağmen hâlâ içimde akıp giden zamana meydan okumaktadır.
Yavrumun ağzından ilk defa duyduğum “baba” kelimesi, beni, dünyada yaşayan insanların en mutlusu yapmıştı.
Her kelime bir anlamın kutusu. Kutuyu açınca sırlar ortaya çıkmaktadır. Bazen kutunun içinden çok değerli bir hediye çıkmakta, bazen de içimizi delip geçen bir mermi gibi acılara gark etmektedir.
Dünyamızı kelimelerle kurarız; tıpkı bir kuşun gagasıyla sanatkârane bir şekilde yuvasını örmesi gibi.
Ali, evin reisidir ve çalışıyordur. Akşam eve geç kalmıştır. Evde hanımı ve çocukları, Ali’yi merakla sofra başında beklemektedir. Biraz sonra kapının zili çalar. Hanım bir hışımla ve sert bir yüzle kapıyı açar açmaz, kelimeleri kurşun gibi Ali’nin yüzüne boşaltır: “Bu saate kadar nerelerdesin, seni sorumsuz!”
Ali, içinde renkten renge bürünen “turuncu, erguvan, beyaz” kelimelerinin bir anda simsiyah olduğunu görür ve dünyası kararır. Çoluk çocuk hasretiyle eve gelen Ali, “yaban” konumuna düşer ve dünyası yıkılır.
Fakat kapıyı açan hanım, Ali’ye şöyle seslenseydi ne olurdu?
“Ali, seni merak ettik ve hepimiz seni özledik!”
Ali’nin halini siz düşünün, içinde beyaz kelimelerden kuleler oluşturacak ve ev aydınlanacaktı.
İnsan, düşüncelerini kelimeler vasıtasıyla dışa aktarır. Kelimelerinin ayarını iyi verebilenlerin hayat saatleri dakik işler. Kelimelerini kullanmasını bilmeyenlerin, ağızlarından çıkan kelimeler, bumerang gibi kendilerine döner ve onların hayatlarını karartır.
Trafikte yaşanan kavgalara bakınız, muhataplar yüksek gerilimli kelimeler değil de yumuşak, beyaz kelimeler kullansalardı, kurşunlara hedef olmayacaklardı. Demek ki, kelimeleri içimizde pişiren fırına zamanında çok ateşli kelimeler doldurulmuş.
Bazı kelimeler var ki, onları zamansız harcamamak gerekir, içinizde boğmalısınız; böyle yapmazsanız hayat sizi boğabilir. Bazı kelimeler de vardır ki, hayat yüklüdür; mutlaka ağızdan çıkıp hayata yön vermelidir.
Eğitim; sadece çocuğun kelime deposunu doldurmak değil, bu depoyu doldururken hangi kelimenin nerede, nasıl, ne zaman ve niçin kullanacağının bilincini vermenin adı olsa gerek. Karşı tarafın hazmedemediği kelimeleri kullanan kimse eğitilmiş olmaz.
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkardığı gibi, acı dil de yılanın zehri gibi herkesi zehirler.
Kelime haysiyettir, kişiliktir ve insanın sırrıdır. Sırrını olur olmaz orta yere dökenlerin kıyameti kopmuş demektir.
“İman, ihlâs, vecd ve aşk, bunlar birer kelime,
Kelimeyi boğardım verselerdi elime.” (Necip Fazıl)
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT