KÖR, SAĞIR VE ÇIPLAK!..
Adamın gözleri kördü; fakat uzağı görürdü. Kocaman kayayı görmez de, kayanın üzerinde dolaşan karıncanın ayağını en ince ayrıntısına kadar fark ederdi.
Diğerinin çok keskin kulakları vardı; ama tam tamına sağırdı! Sağır olduğu halde çok keskin işitirdi! Bu haliyle boş bir hazine küpüne benzerdi.
Bir diğeri çıplak ve her yanı açıktı. Çıplak olmasına rağmen, elbisesinin etekleri çok uzundu!
Kör olan, uzaktan atlıların geldiğini görünce korkuya kapıldı. Sağır ise, bu atlıların neler konuştuklarını çok net duyduğunu söyledi ve arkadaşlarını uyardı.
Çıplağın korkusu farklıydı, atlılar gelir de eteklerini keserler diye odu kopuyordu.
Aslında hepimizin hali, yukarıdaki üç insanın durumuna ne kadar benzemektedir.
Uzağı gören kör, hırsı temsil etmektedir. Halkın ayıplarını, kusurlarını çok net görür, sokak sokak dolaşarak herkese bunları duyurur ve bundan da şeytani bir zevk alır. Onun kör gözü, başkalarının ayıbını, kusurunu aradığı halde, kendi ayıbının bir zerresini bile görmez. Görseydi yeryüzünde gururla dolaşmaz, ayıplarından hayâ eder, utanırdı. Hırsı, onun boyunduruğudur; her istediği yere onu çeker, götürür. Sonra da “özgürlük”ten dem vurur; bilmez ki, en katmerli esaret, nefse kapılanmadır.
Sağıra gelince; hayattan çok şeyler uman, çok şeyler isteyen, bir türlü gözü doymayan insandır. O, başkalarının ölümünü duyar da, kendi öleceğini hiç mi hiç aklına getirmez. Ölüm yolu çok gizli bir yoldur; kendisi görünmez de oradan nice kervanlar geçer. Birisinin cenazesine katılsa, orada bile dünyayı konuşmaktan kendini alamaz; çünkü tüm müktesebatı dünya ile ilgilidir. Bir ölünün ardından, onun yakınlarına taziyeye gitse, söyleyecek kelamı yoktur, adeta geveler durur.
Çıplak, eteğini kesecekler diye korkar. Çıplak bir adamın eteği mi olur ki, onu kessinler? O çıplak; dünyaya tapan bir müflistir. O dünyaya çıplak geldi, çıplak gidecektir. Nice zenginler, dünyadan göçerlerken çıplak gitmiyor mu, üstelik varislerine kavga bırakarak?
Gözle görünmeyen enerjiden neler yapılabiliyor; bunlara inanıyoruz, çünkü bunları yaşıyoruz. Dünyadaki davranışlarımızın bir gün şekilleneceğine ve bizi kuşatacağına inanmakta zorlanıyoruz; çünkü beş duyumuzu aşamıyoruz. İman, beş duyunun ötelerine uzanan, beş duyudan sonra kendini gösteren bir duygu, bir kabulleniştir ki, insanın fıtratıyla bütünleşir ve huzur verir. Huzur, fıtratla bütünleşen davranışların insanda bıraktığı duygunun adı olsa gerek.
İnsanları anlamak aslında zor değildir. Onların konuşmalarına bakarsınız, davranışlarını izlersiniz, size ipuçları verirler; çünkü insan sır saklamada zorlanır.
Sürekli başkalarının durumunu, davranışlarını eleştiren insanların iç dünyaları karanlıktır; onlara ışık doğmadığından karanlıkları mekân edinmişlerdir. Bu tiplerden uzak durmak, kişinin geleceği açısından sağlıklıdır.
Her şeyi ben bilirim, diyen tiplerden de kaçınmak gerek; çünkü onların dünyaları çok küçük, kendi dünyalarını, adeta tüm dünya olarak görüyorlar. Şeytan sıfatındalar. Bir insan yüz binlerce bilgiye sahip olsa, faka kendi hakikatini bilmiyorsa, bunun bir anlamı olabilir mi? Kendini bilmeyenin eline bıçak geçerse herkesi doğrar. Bugün dünyamızda yaşanan “bilgi ukalalığı” bundan farklı mıdır? Düşmekte olan bir uçakta prens veya prenses olsanız ne yazar? İnsan, sevgilisiyle bir mağarada yıllarca kalmayı tercih eder, onun karşısında.
Hele de ölümü hiç anmayan, ondan, aslandan kaçarcasına kaçan insanlar yok mu; bunların gönül dünyaları yoktur ve insanlık hazinesine malik değillerdir. Yaşamları, labirent içinde debelenmekten öteye geçmez ve bunlar, fıtratlarını sindirmek adına içkiye düşkün olurlar.
Kör, sağır ve çıplak!..
Dünyayı yönetenlerin üç özelliği. Müslümanlar gören, duyan ve giyinik olmadıkça, dünyanın kurtuluşu da mümkün değildir.
D. Ali TAŞCI (dalitasci@hotmail.com) (dalitasci@gmail.com)
Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT