Küçük Ağa romanı ve yazarı Tarık Buğra
“Küçük Ağa” önemli bir roman. Yazarı Tarık Buğra (1918 – 1994). Roman olarak ilk defa 1964 yılında yayınlanmış. Milli Mücadele dönemine merkezden değil de bir kasabadan bakan; dram, savaş ve tarih türünde yazılmış ve resmi söyleme pek uymayan bir roman.
1984 yılında Yücel Çakmaklı’nın yönetmenliğinde, Tarık Buğra’nın aynı adlı eserinden uyarlanarak TRT 1’de yayımlanarak dizi haline getirilmiş, bir sezon sürmüş ve sekiz bölümden oluşmuştur.
Kısa bilgi içeren bu girişi, konuya yabancı olanlar için yaptım. Benim asıl değinmek istediğim, Tarık Buğra’nın, eseri üzerinde Türk Edebiyatı dergisinde (Kasım 1986, sayı, 157) M. Nuri Bingöl ile yapmış olduğu röportaj. Biraz uzunca olan bu röportajdan bazı kesitler sunmaya çalışacağım:
“Kurtuluş Savaşı’na cepheden ve Ankara’dan, yani askerî ve politik açıdan bakmayan bir roman yazmak istedim. İnsanımızı neticeye göre değil, zafere ve yeni devlete göre değil, bu sonuç ile bu devlete giden zaman içinde yargılamak, değerlendirmek istedim.
Kurtuluş Savaşı için – Küçük Ağa’dan önce ve sonra – yazılmış romanların hepsinde de, roman anlayışıma uymayan bir tutum, önemli bir zaaf görürüm; onlar konuyu her şeyin olup bitişinden sonra ortaya çıkan ölçü ve kıymet hükümlerine göre işliyorlar. Hemen hepsi de “Vay mağluplara!” diyor. Bu durum esere resmi ağız, politik tutum çeşnisi katar. İnsana, dolayısıyla sanata aykırıdır bu.
Altı yüz yıllık bir devlet geleneğine ve anlayışına göre yetişmiş, Kuva-yı Milliye gibi isim ve sözleri ilk defa işitmiş insanlarımızı, bunlarla karşılaştıkları ortam ve şartlarla değil de, çok sonraki durumlara göre yargılamak, ilme de, sanata da ters düşer. Küçük Ağa’da bu hatadan sıyrılmak istedim; dedelerimizi, babalarımızı, büyük dayı ve amcalarımızı yaşadıkları günlerin ve olayların içinde anlayıp, anlatmak istedim.
Hain olmak kolay değildir; hele vatan haini olmak hiç kolay değildir. Kuva-yı Milliye’ye güvenmeyenlere de hain demek kolay olmamalıdır. Osmanlı’yı, Osmanlı’ya bağlılığı kesin olarak kötü, hatalı ve bozuk görmek, çok sonraları ortaya çıkarılan bir sapıklıktır. Altı yüz yıl dimdik yaşamış, bir şah medeniyet kurmuş, o müziği, o edebiyatı, o mimarlığı ve sosyal garantileri ortaya koymuş bir Devlet’in insanları, kurtuluş yolu için bir başka ve yeni otoriteyi, bir yeni bayrağı elbette kolay kolay benimseyemezlerdi. Onların bu tereddütleri trajik olmakla kalmaz, övülmeye değer. Kurtuluşu herkes istiyordu, fakat kimin ve hangi bayrağın peşinde? Bir yanda altı yüz yıllık şanların, şereflerin, zaferlerin sahibi Devlet, öte yanda yepyeni bir otorite!
Küçük Ağa’yı besleyen çelişme işte buradadır. Bu iki yol arasında sallantı geçirenlerin trajedisi yürek paralayıcıdır, hainlik değildir. Küçük Ağa’da bunu anlatmak istedim.”
Tarık Buğra, bir ideolojinin yalın kılıç savunucusu olmadığı için zamanında ona burun kıvrılarak bakılmıştır. Ne var ki gerçek, güneş gibidir, sabah olunca mutlaka kendini gösterir.
Tarık Buğra devam ediyor söyleşiye ve genç yazarlar ve kabiliyetler için şunları söylüyor:
“Önce gerçekten at gözlüğü takmasınlar, belli bir ideolojiden bakmasınlar dünyaya. Evvela kendilerini tanısınlar ve kendi kafa bağımsızlıklarını kazansınlar. Kafası bağımlı bir sanatçı olmaz, olmuyor. Marksist edebiyat bunun çarpıcı bir örneği.
Marksizm büyük romancı yetiştirmemiştir, büyük eser vermemiştir. Bir tane göstersinler.. (Gerçekten de bir Tolstoy, bir Dostoyevski yok, Marksist Sovyetler Birliği’nde.)
İkinci olarak, kötü örneklerle de ilgilensinler, bu en güzel eğitimdir. Görsünler niye kötü olduğunu. İyiye varmadan kötüden kurtulmak şarttır.”
Bu açıdan baktığımızda, “Kemalizm” mitosuna dayanarak yazılmış “büyük” bir roman, hikâye, tiyatro veya başka bir eser yoktur; çünkü sanat, ideolojiyi taşıyamaz. İdeolojik eser veren insanlar, genellikle kafa bağımsızlığına kavuşamamış, kişiliklerini bulamamış insanlardır; çünkü onlar, o andaki “gerçek”in görüntüsünü vermişler; ama gerçeğin bin bir görüntüsünü yansıtamamışlardır. Yazar, sıradan bir insan gibi değildir; hayata, olaylara çok boyutlu bakabilen ve bunu bir sanat dalı içerisinde yansıtabilen insandır. Ayakları kendi zamanına basan, fakat gelecek zamanlara da sözünü ulaştırabilen, evrensel bakış ve duruşludur.
ZEYL: “Tarihin en uzun ömürlü en büyük devletinin, kesinlikle, bir kaba kuvvet eseri olamayacağına inanmışımdır. O halde Osmanlı’nın sırrı nedir?” (Tarık Buğra)
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT