Kul başka bir kula hükmetmeye kalkmamalıdır
Yazı yazmak; toplumun gözü, kulağı ve dili olmak erdemli bir mesaidir. Bu mesaiye soyunanlar her şeyden önce dürüst ve korkusuz olmak zorundadırlar. Korkakların, yandaşların, şahsı çıkar ve hesaplarını toplumun ortak menfaatlerinin üstünde tutanların milletin sesi olmaktan daha çok kulu ve kölesi oldukları ağalarının borazanı olmaktan öteye geçemezler.
Medyayı kuşatmak, kontrol altına alma hevesine kapılmak, medya çalışanlarının insani ve kulluk haklarına müdahale olduğu kadar, medya çalışanlarının düşünce ve gözlemlerini servis ettikleri geniş kitleleri de bir şekilde kontrol altına alma hevesidir. Gücü bir şekilde eline geçirenlerin böylesine sınırsız bir hevese kapılmaları ciddi manada kulun kula hükmetmesi gibi bir marazı tetikler.
Aydın insan, her şeyden önce içinde yaşamakta olduğu toplumun bütün kesimleriyle ve özellikle temel milli renkleriyle barışık olması ona milli aydın olma üniformasını giydirir. Bu üniformayı hak edebilmek için önce toplumun ortak paydalarıyla buluşmak ve söz konusu o toplum adına milli gayelerle yüklenmiş olmayı şart kılar. Milli ülkülerden ve milli şuurdan yoksun bulunan veya yaşadığı toplumun kaygılarından uzak kalanlar asla milli aydın olmayı hak edemezler.
Bugün bu ülkede en üst seviyede yaşanmakta olan bilgi kirliliğinin temelinde hep bu müstemlekeci zihniyete esir düşmüş yazar ve çizer takımı bulunmaktadır. Müstemlekeci zihniyete tutsak düşmüş olan yazar ve çizer takımının gerçekleri seslendirmesi, topluma ışık saçması hayali bir temenniden ötelere geçemez.
Milli aydın diye tanımlayacağımız münevverlerin her şeyden önce bakışlarının, sezilerinin, meseleleri okuyuş tarzlarının Türkçe olması olmazsa olmazlardandır. Bu milletin meselelerine kürsel açılardan veya küresel dayatmaların penceresinden bakan, kendi gözleriyle değil de başkalarının gözleriyle olaylara tanı koymaya kalkanlar bu toplumun en kirli siciline sahip olan kopyacı ve yalancı kimselerdirler.
İçinde debelenip durduğumuz fikir ve düşünce depremlerinin arka planında hep bu sahtekarlar vardır. Neyin doğru veya neyin yanlış olduğu noktasında ortak bir kanaati paylaşmakta zorlandığımız sözde düşünürlerle çatışmadan, bunların yüzlerini perdeleyen sahte entelektüellik maskelerini indirmeden yazarlık görevimizi yapma şansımız çok düşüktür.
Adamlar hem bu milletin ekmeğiyle karınlarını doyuracaklar, ceplerinde taşıdıkları kimliklerinde benim insanımın etiketini taşıyacaklar ve diğer taraftan da bu milleti yalanlar bombardımanına tabi tutarak insanımın belleğini istila etmek isteyen küresel kültürlerin saldırı komandosu olarak aramızda dolaşacaklar. Birde üstüne üstlük, bütün yazılı ve görsel medyamız bu çapulcuların at oynattıkları bir alana dönüşmüş olacak. İşte bu şartlarda toplumun sağlıklı bir hafıza geliştirmesi, olup bitenleri doğru bir şekil de okuyup algılaması, asla mümkün olamaz.
İdeolojik ve kültür savaşları döneminden bugünlere sarkan başımızın belası olan hegemonyacı anlayış bu toplumun ana düşünce damarları üzerinde çok ciddi boyutlarda tahribatlar yapmayı maalesef başarmış bulunuyorlar. Kavramlar kargaşası peyda ederek, sarsılmaz düşünce kalıplarımız da arızalar peyda etmişler ve en temel konularda bile insanımızı bir biriyle kavgalı hale getirilmişlerdir.
İnsanımızın milli refleksleriyle gelişen düşünce dünyamızla, dini hayatımızı birbirlerinin zıtları olan farklı alanlar olarak takdim eden devşirme ve dönme çevreler ne yazık ki en sade insanımızın düşünce havuzuna çeşitli şüphe tohumları ekerek bütün temel diyalektiğimizi dejenerasyonlara taşıdılar. Genç kuşaklar böylesine tezatlarla sarsıntı yaşayan bir zeminde kendilerini hazırlıksız buldukları için çok kolayca zararlı düşüncelerden etkilenerek bizim neslimiz olmaktan bir hayli uzak düştüler.
Dindar nesillere bakıyoruz ve bu neslin mensubiyet kanadının kırık olduğunu görüyoruz. Aidiyet duygusu olan nesle bakıyorsunuz, onunda inanç kanadının arızalı olduğuna şahit oluyorsunuz. En mahrem ve hayatı konuların ilim meclislerinde istişare edilmesi gerekirken, bu konuların çay ocakların da ehliyetsiz ağızlarda sakız edildiğini gördükçe de gelecek adına kaygı duymaktan kendinizi men edemiyorsunuz.
Öz din kardeşini cehennemlik ilan edenden alında, saçının teli göründü diye çocuk yaştaki genç insanları kefere ilan edip öteleyen had bilmezleri gördükçe de sınır katsayınız yükseliyor ve hak ettikleri dilden tepki koymaya kendinizi adeta mecbur hissediyorsunuz.
Alla her kuluna bir ömür tahsis etmiştir. Kul bu ömür içerisinde hak olanı bulmak için uzun bir koşuya çıkmıştır. Henüz daha yüz metre koşmadan bu genç insanı yüz kilometrelik koşudan koparıp kenara koymak hangi sağlıklı dindarın işi olabilir. Kim bu cehennem zebanileri, kim bunlara böylesi insanları tasnif etme yetkisi vermiş sormak lazım. Söz konusu “UCUP” illeti ve küfrü, en üst düzeyde yaşayan bir takım zavallıları bile tepeden tırnağa varıncaya kadar kuşatmış bulunuyor. Onlar dua okumasını bile bilmezler diyen bir zihniyet acaba kendileri bütün duaları biliyorlar mi?
Dini yalnız biz biliriz ve biz yaşıyoruz mantığı ne şeytanı bir mantıktır veya ne korkunç bir illettir ki koskocaman ve din söz konusu olunca mangalda kül bırakmayan sözde evliyaları bile kuşatmayı başarmış durumdadır. Allah in dinini birilerinin dini haline getirenler veya insanlardan esirgeyenler acaba hangi dine iman etmişlerdir. Bir kulun başka bir kulu aşağılama, hor görme zilletine hangi din izin verir. Bu nasıl bir dindarlık veya entelektüelliktir.
Çağımızın en büyük ve iflah olmaz musibeti dini kendi tekellerine alan karanlık zihniyettir. Bugün bira içen veya dua okumasını bilmeyen bir gencin yarın hidayete ereceğini veya alim mertebesine yükseleceğini kimler engelleyebilir veya bugün dinin hamisi olarak kendini tanımlayanlar kim bilir musalla taşına uzanmadan önce sapıtmayacaklardır. İşte bütün arıza ve şeytanlar bu siperde mevzilenmişlerdir. Allah samimi olanları bu siperlerde mevzilenen sarık altında ki şeytanların şerrinden korusun.
YAZIYA YORUM KAT