LEKELERİN BÜYÜMESİ HAYRA ALÂMET DEĞİLDİR
Bir âşık vardı. Sevgilisinin gözbebeğinde tırnak ucu kadar bir leke bulunuyordu; ama âşık o lekeyi hiç görmüyordu.
Âşığın giderek aşkı azalmaya başlayınca o lekeyi gördü ve sevgilisine sordu:
“ Bu beyaz leke ne zaman ortaya çıktı?”
Sevgilisi şu cevabı verdi:
“ Benim gözümdeki o leke, senin aşkın azaldığı an ortaya çıktı!”
Kıssadan hisse çıkaralım:
Çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz bir insana karşı, gün gelir ona karşı duyduğumuz sevgide bir azalma olursa, onun kusurlarını orta yere dökmekten çekinmeyiz. Onun günah bohçasına o kadar kusurlarını sayıp dökeriz ki, karşımıza günah keçisi olup çıkar. Bu durum, genelde bizim ona karşı duymuş olduğumuz sevgide bir azalmanın söz konusu olduğunu gösterir. Daha önce hoşumuza giden davranışları, bu sefer gözümüze batar, bize tiksinti verir.
Bu davranış biçimi her durum için geçerlidir. Bugün çok sevdiğimiz siyasi bir liderin veya başka bir “kahraman”ımızın hatalarını görmeyiz; lakin sevgide bir azalma olduğunda hatalar sıra sıra gözümüzün önüne diziliverir.
İnsanlar vardır, sevgililerini adeta ilahlaştırırlar. Bu sevgili illa karşı cins değildir; paradır, makamdır, şöhrettir. Sonra bunu kaybettiklerinde ya canlarına kıyarlar ya da bunları kaybettiren cana kıyarlar. Hayatta en büyük kahraman, sevgisini yönetebilendir.
Sevgi, noksanlıkları, kusurları, günahları örten bir örtüdür. Bir insanın sevip sevmediğini nerden anlayacağız? Seven insan ayıp aramaz; arayansa sevmez. Ayıp gördüğünde uygun bir dille o ayıbı düzeltmeye çalışır.
Sevginin en bariz/ görünen özelliği nedir?
Samimi/ içten olmaktır. Samimiyeti akıl test edemez; onun sınanma yeri kalptir.
Kendi ayıplarımız, kusur ve günahlarımız kendimize ağır gelmeye başladığında, başkalarının ayıp ve günahlarını görmeyiz. Yokuş yukarı, ağır bir yükle çıkan biri, başkalarının yapıp ettiklerini görebilir mi? Kusur ve günahlarının ağırlığının farkında olan bir insan bilgedir ve güvenilirdir. Başkalarının kusur ve ayıplarını hiç çekinmeden ortaya dökenler, sevgiden mahrum, kıskanç ve hafif insanlardır.
Sevgiliye çiçek sunulur, değişik hediyeler alınır; bunlar olağan şeylerdir. Çiçek solar, altın harcanabilir; ama sevgiliye ruh ve gönül yangını götürülürse, işte bu kalıcıdır ve sevgilinin yanında da bir değere sahiptir. Aşk da bu ruh yangınının çocuğudur. Aşk, ondaki bir avuç suyu derya yapandır; sevgisizlik, nefret ise deryayı çöle çevirendir.
Aşk, zıtları birleştirendir.
Hatalarıyla yüzleşenler sevmeye ve sevgili olmaya layıktırlar; fakat hatalarıyla yüzsüzleşenler bundan mahrumdurlar. Cahil olmak ayrı, pislik olmak ayrıdır.
Sevgi veya nefret, karşımızdaki objeden / nesneden bize yansıyan duygunun adıdır. Bu duygu, nefsimizi hedef alıyorsa, bunun karşılığı beşeri aşktır. Eğer bu duygu ruhumuzu hedef alıyorsa, işte bunun adı da ilahi aşktır. Zaman içinde aşınıyor, eksiliyor, pörsüyorsa; bu, beşeri aşkı simgeler. Zaman içinde artıyor, demleniyor ve daha kuşatıcı oluyorsa, bu da ilahi aşkın varlığını vurgular. Beşeri aşkın belirtisi fani oluşudur; ilahi aşk ise sonsuza kanatlanır.
Akıl ile nefsin evliliğinden beşeri aşk; akıl ile ruhun evliliğinden de ilahi aşk doğar. Nefsten, ruhtan haberdar olmayanların “seviyorum” demeleri; hele hele aşktan söz etmeleri tamamen bir aldatmacadan ibarettir. Bunlar aslında nefislerinin mahkûmudurlar ve bu nefs karşılık bulamayınca, en zalim canavardan daha zalim olabilir ve “sevgilisi”ni öldürebilir.
Oysa âşık, aşkta karşılık bulamayınca, kendi içine yönelir ve içindeki kömürü elmasa dönüştürme nöbetine durur. Sevgili tarafından anlaşılmamanın vermiş olduğu duygu, onu kötülüğe sürüklemez; bilakis o anlaşılmamanın çocuğu olan çileyi, ruhundan üfleyerek büyütür. Çile büyüyünce de bütün âleme ulu nazarla bakar.
İnsan sevmeden yaşayamaz. Çoluk- çocuğumuzu severiz; insanları, arabamızı, evimizi, parayı, makamı severiz. İnsan, dünya meydanına geldiği andan itibaren önüne iki yol açılır: Biri nefisle şeytanın çizdiği yol, diğeri de akılla vahyin gösterdiği yol. Aşktan mahrum olanların birinci yolu seçmeleri neredeyse kaçınılmazdır. Akıllarını vahiyle aydınlatanlar ise, aşk yoluna canlarını koyarlar ve sonsuza açılırlar.
İki yol var;
Ya şeytanla nefsin evliliğinden doğan neseb-i gayri sahih çocuğu büyütecek ve sonsuzluğunu ateşe vereceksin;
Ya da akılla vahyin evliliğinden doğan aşkı, Ebedi Sevgili’ye giden yolda köprü yapıp sonsuz mutluluğa ereceksin. Gerisi mi? Bir yığın dedikodu.
D. Ali TAŞCI (dalitasci@hotmail.com)
Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT