MASKESİ DÜŞEN KADIN GİBİ…
Alman filozof Schopenhauer (1788- 1860), Hıristiyanlığın dogmatik ve monoton yapısını eleştirmek için şöyle bir serzenişte bulunur:
“ Bir baloda, tüm gece boyunca maskeli güzel bir kadınla aşk ilişkisi sürdüren, ama kadın en sonunda maskesini çıkardığında onun kendi karısı olduğunu gören bir adamın durumunu hayal edin!” Bu sözleriyle, o da bir Alman filozofu olan Kant’a (1724- 1804) gönderme yapmaktadır. (Maskeli Güzel Kadın)
İki filozofu ortaya atarak bir felsefi tartışmanın içine girmeyeceğim. Fakat (Şopenaur)’un tespitinde bir gerçeklik payı olduğunu düşünüyorum. Batı düşünce yapısında ve insanın nefs dünyasında bu tür dalgalanmalar daima vardır. İnsanın içyapısı bisiklete benzer; hareket etmezse düşer.
Batı dünyası bir “Nefs-i emmare imparatorluğu”dur, diyebiliriz. Nefsin tatmin olmadığı hiçbir şeyin bir “değeri” yoktur. “Değer” kavramı nefsin tatmin olmasıyla ilgilidir. Heyecan yaratmayan hiçbir şey dikkat çekici değildir.
Baloda maskeli bir kadın “meçhul” olduğu için dikkat çekici ve nefse hoş gelicidir. Fakat maskeler indirildiğinde, “meçhul” olan ortaya çıkıp anlaşıldığında heyecan söner ve nefs başka yere yönelir; ilk heyecanını kaybeder.
Bütün bunlar sadece batı dünyası için değil, içindeki nefs ve şeytanla arkadaşlık eden, yarenlik yapan herkes için geçerlidir. İnsanları değerlendirirken, anlamaya çalışırken; onların iç boyutlarını hesaba katmadan yapılacak olan her değerlendirme eksiktir. Nefs dürtüsü çok şiddetlidir ve ruh terbiyesinden geçmemiş olan her insanı hegemonyasına alır.
Birçok suçların ana temelinde bu nefs dürtüsü yatar, fakat başka türlü olarak ortaya çıkar. Bu nefs dürtüsü aynı zamanda dünyanın gelişiminde de katkı sağlar. “Benim olsun” duygusunun ağır bastığı yerde dünyayı kucaklar. Bu duygu, nefs duygusudur; sahip olmanın peşinden koşar da “olmak” nedir bilmez. Dünya arenası aslında “sahip olmak”ın bir görüntüsünden başka da bir şey değildir. Uygarlıkların temelinde yatan duygu da budur. Burada paylaşım yoktur. Paylaşımın olmadığı yer de savaş alanıdır.
Oysa insanın “insan” olabilmesi için nefsini terbiyeden geçirmesi gerekir. Bunun başarılmaması durumunda çatışma kaçınılmazdır. Nefsin elinde oyuncak durumuna düşen insanın iç çatışması, maskesi indiğinde karısıyla karşılaşan insan gibidir; onun trajedisi hiç bitmez.
İşlenen suçları incelerseniz, ortaya nefsin görüntüsü olan “ben”cilik çıkar. Mesela, trafikte adamın yolunu kapattınız, “ben”ini incittiğiniz için saldırıya hazırlanır. Maske düştü, “ben”inin heyecanı gevşediğinden saldırgan olur. Parasını aldınız, onun “ben”ini tatmin eden gizli heyecanını yok ettiğinizden saldırıya geçer.
Hayatın her safhasında bu vardır. Bunun için nefs terbiyesinden geçmemiş olan insan, patlamamış bomba gibidir; her an patlayabilir.
Peki, dünya ve Türk eğitim sisteminde “nefs terbiyesi”ne hitap eden bir program, bir yapılanma veya bir dert var mıdır?
Oysa cennet, terbiye olmuş insanların yurdudur.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT