Mevlüt Üzüm (Mevlüt Hoca Baba) Hakka yürüdü
Telefondaki ses “Mevlüt Hoca Baba Hakk’a yürüdü.” deyince, üzülmekten çok, sonsuzluk yolunun hüznü kapladı içimi. Dilimden, “O’ndan geldik ve yine O’na dönücüleriz.” ayeti dökülüverdi. Hepimiz aynı yolun kervanı değil miyiz? Dost olanlar için dünya zevklerini yok eden ve fakat başka sonsuz zevkleri müjdeleyen ölümü tatmayacak mıyız?
Trabzon’da tam yüz on yıldır yaşayan “Mevlüt Hoca Baba” (Mevlüt Üzüm), 4 Ağustos 2009 Berat gecesi, Sevgili’sine kavuştu.
Evet, Mevlüt Hoca Baba 110 yaşındaydı. Zamanımızın ortalama ömrüne göre uzun yaşamıştı. Allah dostuydu. Zahirde ve batında, afakta ve enfüste neler yaşamış, nelere tanık olmuştu, kim bilir? Ummanlardan daha derin olan gönlünde nice sevgiler devşirmiş, hangi hüzünlerle pişmişti, bilebilir miydik?
Memleketim olan Rize’ye geldiğimde onu birkaç kez ziyaret ettim ve hayır dualarını aldım. Yüz yaşın üzerindeki bir insanın ve bir Allah dostunun tüm heybetini üzerinde görürdünüz. Bu seferki gelişimdeyse, gafletimden dolayı onu ziyaret edemeden aramızdan ayrıldı.
Mevlüt Hoca Baba bir “Mürşid-i Kâmil”di. Sevenleri, dostları vardı. O yaşında, yataktan kalkamamasına rağmen, hizmet edenleri çoktu. Her ihtiyacını gidermek ve gözünden bir ışık almak için can atan yarenleri vardı. Hele bir tanesi, bir genç, ona tam sekiz yıl hizmet ederek tam bir hizmet örneği sunmuştu, çağımızın ele avuca sığamayan gençliğine. Büyük Dost’a dost olunca, O, sizin şahsınızda insanlığa rahmet ve himmet ediyor.
Mevlüt Hoca Baba, yörede “Haçkalı Baba” adıyla maruf Mustafa Tarhan Hocaefendi’nin müridi idi. Uzun yıllar Haçkalı Baba’nın hizmetinde bulunduktan sonra, onun 1945’lerde Hakk’a yürümesiyle yerine geçmiş ve müridan yetiştirmiş.
Haçkalı Baba, Trabzon’un Düzköy İlçesi’nin Haçka Yaylası’nda metfundur. Sevenleri, bu yaylada büyük bir külliye yaparak bu hizmeti devam ettiriyorlar. Mevlüt Hoca Baba da bu yaylada defnolunarak, hocasına komşu olmuştur.
Mevlüt Hoca Baba, 6 Ağustos 2009 Perşembe günü, öğle namazını müteakip, Haçka Yaylası’nda cenaze namazı kılınarak toprağa tevdi edildi. Karadeniz’in yağmurlu günlerine inat, o gün çok güzel bir hava vardı bölgede. Hele bir yaylada o denli pırıl pırıl bir havaya rastlamak pek görülen şey değildi.
Ben de o gün Rize’den kalkarak cenaze namazına gittim. Trabzon’dan yaklaşık elli kilometre uzaklıktaki Haçka Yaylası’na çıktım. Yolu asfalt olduğu için bir saatten az bir zamanda sahilden yaylaya çıkıyorsunuz.
Müthiş bir kalabalık vardı. Türkiye’nin hemen her yerinden müridan gelmiş. Yüzler kederli değil, hüzünlü. Herkesin dilinde ya bir ayet, ya bir dua yahut zikir… Tevekkül içinde insanlar. Olağanüstü hiçbir şey yok, adeta olağanın içinde herkes kendi olağanüstüsünü yaşıyor.
Yakınında olanlarla konuştuğunuz zaman, şu özelliklerini tanıdık, Hoca Baba’nın:
Her gün mutlaka beş cüz Kur’an okurmuş.
Gece namazını (teheccüd) asla kaçırmazmış.
Kaside-i Bürde ve Delail okurmuş.
Kalpten geçen şeyleri söylemesiyle ünlüymüş. İki yıl önce ziyaretine giderken, üzerimde kırmızımtırak bir hırka vardı. İçimden, bu renkte bir hırkayı giymememi söyleyecek diye bir düşünce geçti. Yanından ayrılırken, “Evladım, şu hırkanı giymesen olmaz mı?” demez mi?
Mevlüt Hoca Baba yamasız elbise giymezmiş. Yeni bir elbise alsa bile, ona yama yapar öyle giyermiş.
Kendisinin anlatmış olduğuna göre, Üstadı Haçkalı Baba, Çanakkale Savaşı’nda hem maddi hem de manevi olarak çok yardımları dokunmuş.
Hoca Baba’nın bir sözünü, daha doğrusu bir hayat algısını naklettiler ki bu, başlı başına bir insanın “İnsan- Kâmil” olduğunu gösteren önemli bir ölçüdür. Müritlerine daima şunu hatırlatırmış:
“Kardeşlerinizin kusurlarını mutlaka örtünüz. Onlarla konuşurken ve muamelede bulunurken, onlar hiç kusur yapmamış gibi hareket ediniz. Yapabilirseniz, onların kusurlarını yüklenerek onlara karşı öyle davranınız.”
Onlar bir medeniyetin halkaları idiler. Siz, bu halkalara tutunarak sonsuza gidiyordunuz. Renkleri, sesleri mehabetli; ihtişamlı idi. Duruşlarında izzet, edep, vakar vardı; bunun için de çevrelerinde saygı uyandırırlardı. Yanlarına yaklaştığınızda heybetleri üzerinizi kaplar, sözleri, gönlünüze ab-ı hayat olurdu. Yanlarında, iklimden iklime manalar devşirirdiniz. Onlardan ayrıldığınız zaman da sudan çıkmış balığa dönerdiniz.
Her dost gibi Hoca Baba’nın da giden gelenleri çoktu. Her gideni boş çevirmez, akide şekeri de olsa mutlaka herkese bir şey ikram ederdi. Demek ki, Allah dostlarının önemli özelliklerinden biri de cömert olmalarıdır.
Yine başka bir zaman, Rize’den arabamla İstanbul’a giderken uğramış ve hayır duasını almak istemiştim. Arabam ikide bir tekliyor ve dura kalka zar zor yol alabiliyordum. Bana yolda hiç sıkıntı çekmemem için dua etti. İstanbul’a kadar arabam teklemedi; İstanbul’a varınca tekleme yine başladı.
Bunları keramet faslında anlatmıyorum. Onların zaten böyle şeylere ne iltifatları ve ne de ihtiyaçları var. Ne var ki, dostun ağzından çıkan sözü, Büyük Dost yabana atmıyor. Uzaktan lazerle ameliyata inanan akıl, bu tip şeylere burun kıvırıyorsa, akıllılığını gözden geçirmelidir.
Bu toplum asırlar boyunca gönül erleri tarafından eğitildi ve dünyayı ışıkla doldurdu. Güneşe hudut çizemezsiniz ki. Havaya yasak koyamazsınız ki. Haçka Yaylası’nda birbirini tanımayan binlerce insanı bir araya toplayan gücü tanımak için biraz feraset yeter.
Mevlüt Hoca Baba’ya rahmet, sevenlerine de sabır diliyorum.
Zahir olan güneş batın oldu, ne diyelim…
YAZIYA YORUM KAT