MUHAMMED ALİ DE GÖÇTÜ DÜNYADAN
Muhammed Ali öldü! Her canlı gibi o da ölümü tattı. Dünya Müslümanları onu çok sevmişlerdi. Salladığı her yumrukta, kendilerine yapılan tarihi zulmün adeta öcünü alırcasına bir zevk alıyorlar, heyecanlanıyorlardı. Televizyonun her yerde olmadığı bir zamanda, gece sabaha karşı onun maçlarını seyretmek üzere uykusuz geçirdiğimiz geceleri ve kahvelerde, siyah beyaz televizyonlarda onun maçını izlemenin vermiş olduğu heyecanı hâlâ hissettiğimi söyleyebilirim. Sanki o karşısındaki boksöre değil de dünya emperyalizmine yumruk indiriyormuş gibi bir coşku verirdi bize. Ve en önemlisi de gençlerimize rol model olmuştu ve onlara bir kimlik kazandırmıştı.
ABD’de yaşayan bir zenciydi, Muhammed Ali; bu nedenle insan bile sayılmıyordu. ABD’de almış olduğu bir şampiyonluğun sonunda, bir büfeden bir sandviç istemiş; fakat zenci olması dolayısıyla ona bu sandviç verilmemişti. O da kendi kimliğini aramaya koyuldu ve sonunda kendini buldu, Müslüman oldu.
1967’deki Amerikan- Vietnam savaşına katılmayı reddetti. “ Benim Vietnamlılarla bir sorunum yok ki onlara karşı savaşayım.” dedi ve ardından 3,5 yıl unvanı elinden alındı. Şahsiyeti uğruna, kazandığı onca parayı elinin tersiyle itti. Bütün bu davranışları dünya gençliğini, özellikle Müslüman gençliği etkiledi.
Ben onun şampiyonluklarını, başarılarını anlatmayacağım; onları zaten Gogol’dan indirebilirsiniz. Ben onun ilk defa namaz kılışını, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın “Hatıralar” isimli kitabından ( İşaret Yay.) biraz uzunca nakletmek istiyorum. Yıl 1963 ve Yalçıntaş tahsil için Londra’dadır. Şimdi Yalçıntaş’ı dinleyelim:
“ Pansiyonda oturmuş ders çalışıyordum. Londra Kültür Merkezi’nden bir telefon geldi. Telefondaki ses: “ Yalçıntaş, buraya kadar gelebilir misiniz? Amerika’dan gelen boksörler var. Biri de Cassius Clay… Yanında başka boksörler de var. Müslüman olmuşlar. Üyelerimiz arasında Müslüman olan, bu işten anlayan bir tek sen varsın. Gelip bunlarla meşgul olmak ister misin?” diye soruyordu. Bu talep reddedemeyeceğim bir talepti.
Yola çıkmadan önce telefon etmiş ve nasıl buluşacağımıza dair bilgi vermiştim. Tam sözleştiğimiz saatte otelin lobisindeydik. Onlar da resepsiyonda oturmuş bizi bekliyorlardı. Cassius Clay, boksör olan kardeşi kendi sıkletinde maç yapacak diğer boksörler olmak üzere beş-altı kişilerdi. Ben Clay’ı tanır tanımaz hiç tereddüt etmeden ona doğru yürüdüm. Telefondan dolayı eşkalimi bildiği için o da bana doğru yürüdü. Boylu boslu, yakışıklı, temiz yüzlü, 23-24 yaşlarında bir delikanlıydı. Önce karşılıklı selamlaştık. Selamlaşmanın arkasından Clay birden Kelime-i Şahadet getirmeye başladı: “ Eşhedü en lailahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah…” Kelime-i Şahadet getirmekle Müslüman olduğunun mesajını verdikten sonra kollarını bana doğru açtı, ben de aynı şekilde mukabele ederek samimi duygularla kucaklaştık. Bir de baktım ki, gözlerinde pıtır pıtır yaş dökülüyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, o an hem duygulandım, hem şaşırdım… “ Sizi teessüre sevk edecek bir şey mi oldu?” anlamında bir soru sorunca, Clay hemen toparlandı ne “ Hayır, hayır! Bir yanlışlık yok! Bunlar mutluluk gözyaşları…” diyerek bana teminat verdi. Sonra da şaşkın bakışlarımı yatıştırırcasına hiç unutamadığım şu sözleri söyledi: “ ŞU YAŞIMDAYIM, BANA SARILAN İLK BEYAZ ADAM SİZSİNİZ!”
“Biz yeni Müslüman olduk. Benim ismim artık Cassius Clay değil, Muhammed Ali’dir. Fakat henüz Müslümanlığımı açıkça ilan etmedim… Çünkü Müslüman olduğum ortaya çıkarsa bir Müslüman’a dünya şampiyonluğu unvanını vermezler.” İster istemez sorma gereği duydum: “ Peki, seni zorla mı yenecekler? Hak ettiğin takdirde buna nasıl mani olacaklar?” Bunun üzerine “ Hayır!” dedi, “ Beni maça bile sokmazlar! Ne zaman ki maç bitecek ve galibiyetim tescillenecek, işte o zaman basın toplantısıyla hakiki ismimi söyleyeceğim.” diye ekledi.
Muhammed Ali, Yalçıntaş’la görüştükten hemen sonra ona şunu söyler:
“ Müslüman olduk ama henüz namaz kılmasını bilmiyoruz.”
Sonra namaz kılmasını Nevzat Yalçıntaş’tan öğreniyor ve birlikte namaz kılıyorlar. M. Ali “ Namazı öğretmekle bize büyük bir hediye vermiş oldunuz. Şimdi biz de size küçük bir hediye vermek istiyoruz. Sizinle bugünkü öğle yemeğimizi beraber yemek istiyoruz.” diyor.
M. Ali 1976 yılında merhum Necmettin Erbakan’ın davetlisi olarak Türkiye’ye geldi. Sultanahmet meydanında toplanan yüz binler tarafından büyük bir sevgi halesiyle karşılandı. Müslüman kardeşleriyle namaz kılmanın mutluluğuna erişti. İman ettikten sonra yapılacak ilk işin namaz olduğunun bilinciyle hareket etti. Ya bugün Müslüman olduğunu söyleyip başı hiç secdeye gitmeyen veya bayramdan bayrama, cumadan cumaya namaza yaklaşanlara ne demeli? Cesurdu, samimiydi ve haksızlığa karşı direnmesini biliyordu.
Her şey fanidir dünyada; gelenler gider, doğanlar ölür. Güçlü olduğu zamanlarda faniliğini hatırlayıp Müslümanlığının altını çizenlere selam olsun. Dünya Müslümanlarına İslam kardeşliğinin tadını tattıran bu güzel insanın ruhuna, her Müslüman’ın birer Fatiha okumasını özellikle rica ediyorum.
D.Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT