MUTLULUK İŞTE BUDUR
Evinin bulunduğu sokağa yaklaştıkça adımlarını hızlandırdı. Gün boyu sınıfta ayakta durarak yüklendiği yorgunluğu biraz sonra giderebilecek olduğu duygusu onu kuş gibi hafifletiyordu. Üç yıllık evliydi. Çok sevdiği eşi, iki yaşındaki nur topu gibi oğlu, onu evde bekliyordu. Eve her gelişte cebi dolu gelirdi. Onu görünce “baba!” diye bağıran oğluna eli boş gelemezdi. Kapı açılınca sevgi dolu bir yüzle “hoş geldin” diyen eşine ve dünyalar değerlisi oğluna bir an evvel kavuşmak için hızlandı. Bir gün bile onlardan ayrı kalmaya dayanamıyordu.
Artık önündeki köşeyi dönünce evini görebilirdi. Ne hoş duyguydu evi ile yüz yüze gelince içine dolan. Aslında bu güzel duygu evde değil, evin içindekilerdeydi elbet. Bir an, pencerelerine çıkan mahalle kadınlarına gözü ilişti. Bu kadar çok insanın pencerelerde ne işleri olabilirdi? Sanki hepsinin de gözleri kendi üzerineydi. Kılığına, üstü başına baktı, pek bir şey göremedi. Kravatını düzeltti, ceketinin düğmelerini bir hamlede ilikledi. Göz ucuyla bir kere daha pencerelere baktı, evet, kadınlar yine kendisine bakıyorlardı.
Köşeyi döndü, evi ile karşı karşıya geldi miydi!.. O da ne? Bahçe içindeki tek katlı şirin ev yerinde yoktu! Hayal mıydı yoksa rüya mı görüyordu! Kalabalığın pek farkına varamadı. Koştu muydu bilmiyordu, ama bir anda duman, kül ve ateş yığının arasında buldu kendini. Dili tutulmuştu ve kimseye bir şey soramıyordu. Herkes onun yüzüne bambaşka bakıyordu. Bütün soru kelimelerini adeta yutmuş, unutmuştu.
“Hocam” dedi birisi, “hıh” diye çıktı sesi. “Hocam, maalesef kurtaramadık!..” Gözleri karardı, anlamsız hareketler yapmaya başladı. “Hocam, geçmiş olsun, ne diyelim, kül oldu işte her şey!..” Bütün gücüyle kendini toparladı ve sordu:
“ Can… Cana bir şey oldu mu?”
“ Yok, ama bütün eşyalar kül oldu gitti!”
Yavrusunun ağlama sesini duydu, kulağını o yöne kabarttı ve gözlerini faltaşı gibi açtı. Sevgili eşinin kucağında ağlayan oğlunu görünce, elindeki çantasını kül ve çamur haline dönen toprağın üzerine attı, çamurun tam üstüne oturdu ve titreyen elleriyle bir sigara yaktı ve:
“Mutluluk işte budur!..” diyerek dumanı göğe doğru üfürdü.
Hayal bir hikâyeden bir bölüm sunmadım; ayniyle yaşanmış bir olayı naklettim. Buradaki mutluluk tablosuna baktığımızda neleri görebiliyoruz?
Yanan ve tüm eşyaları kül olan bir ev var. İnsan yalnızca bununla karşılaşsa, evinin yanmasına üzülmeyecek kimse bulunmaz. Ne var ki, sevgiler ve sevgililer arasında kıyaslama yapıldığında en çok sevilenin tercihi daima öne çıkmaktadır. Hatta en çok sevilene kavuştuktan sonra diğer sevgilileri onun adına kurban verebilmekteyiz ve bu durum da en çok mutlu olduğumuz anı simgelemektedir.
Bütün bunlar çok doğaldır elbet. Hani bir söz vardır ya, “ Allah, bir insanı mutlu etmeyi dilerse, önce ona eşeğini kaybettirir, sonra da onu buldurur.”
Sahip olduklarımız, kayıplarımızdan daha çoksa, kendimizi mutlu hissederiz. Sevdiklerimizle bir arada isek mutluluktan yürüyüşümüz bile değişir. Demek ki, insanı mutlu eden şey, sevgidir ve bu sevgiyi yüklenendir. “Yüklenen” dedim, çok sevdiğiniz eşiniz, gün gelir size ihanet ederse, yüklendiği sevgi ondan soyunur ve karşınızda adeta bir “düşman” beliriverir. Son zamandaki eş cinayetlerini hatırlayın.
Dünya sevgi üzerinde durmaktadır ve bu sevgiler de emanettir. Zaman zaman yer değiştirme özelliğine sahiptir. Mutluluk, sevgili ile nefes alıp verdiğimiz zamanlardaki duygudur, diyebiliriz. Ne var ki, ölüm denilen esrarengiz buluşma, tüm sevgi ve sevgililerimizi elimizden, hatta kendimizi kendimizden almaktadır ve bundan da kaçış yoktur. Oysa sevgisiz hayat da hayata karşı abes durmaktadır.
Bize emanet olarak verilen ve bir tadımlık tattırılan sevgiyi, asıl kaynağına yönlendirirsek, işte o zaman mutlak mutluluk bizi hiç terk etmeyecektir.
Fani olan sevgililer bize Mutlak Sevgili’yi hatırlatıyorsa, işte mutluluğun gerçek anlamda adresi de oradadır. Kalın mutlulukla.
YAZIYA YORUM KAT