NASIL BİR İNSANIZ ACABA?
İnsanı anlamak hem çok zor, hem de çok kolaydır. Zordur; çünkü içinde çok derin çukurlar vardır, bu çukurlarına inmek, orada neler barındırdığını görmek ve anlamak zordur. Kolaydır; çünkü buralara kamera koyarsanız, yani yaradılış kodunu bilirseniz, bu kamerada onun gizli taraflarını görür ve ona göre de davranış geliştirirsiniz.
İnsanı anlamaya çalışalım:
Gözlemci insanlar vardır çevremizde, bilirsiniz. Olup biten, gelişen her olay onların dikkatini çeker. Kendisini yetersiz hissettiğinden, dış algılarla bu yetersizliğini pekiştirmek ister ve stok etmeyi, yığmayı kendine görev bilir. Bu yığma işine devam ederse, insan ilişkilerinde sıkıntıya düşer; çünkü bunun adı cimriliktir. Bu insanın cömertçe davranması, onun kişiliğinin gelişmesi için çözüm yoludur.
Sorgulayıcı tipler; bunlar da kaygılı, şüphe içinde bocalayan insanlardır. Olur olmaz şeylere kafayı takar ve neyi nasıl anlatırsanız anlatın, onları inandırmakta zorlanırsınız. Şüphe içlerini kemirir durur. Bunların tevekkül yolunu seçmesi gerekir. Zaman zaman yalnız kalıp düşünmeleri, kendi içlerine yolculuk yapmaları onları rahatlatır.
Hep duyarız, “Amma da ehl-i keyf biri” tarzında. Bakıldığında sanki kaygısız gibi gözükür; ama derinlemesine inildiğinde farklı şeylerle karşılaşırsınız; iç kuyusunda nice akrepler dans eder durur. Kaygılarını, komedinin içine sığınarak kamufle etmeye çalışır. Şarlo’nun ( Dünyayı güldüren adam) şöyle dediğini hatırlıyorum: “ Yetmiş yıl dünyayı güldürdüm, ama bir kerecik olsun ben gülemedim.” (Kemal Sunal’ın iç dünyasını hep merak etmişim.) İç dünyasının daha derinlerine inerse, orada sakinleşir ve kahkahadan çok, gülümsemenin diriltici soluğunu hisseder ve rahatlar. Hayat içinde gülümseten objelerle karşılaşamayan insan, kahkaha kuyularına düşmekten kendini kurtaramaz.
“Reis, başkan, aga” tarzında, insanlara hitap ettiğinizde, onların hoşuna gider. Gerçekten kendilerini mutlaka bir şeyin başı olarak algılayanların en belirgin özellikleri “maço” olmalarıdır. Gazap ve şehvet onlarda dolu doludur. Çoğu zaman bu özellikleri onları beladan belaya sürükler. “Güçlü olursan yaşarsın, yoksa ezilirsin.” klişesi onların parolası gibidir. Temkinli, merhametli olurlarsa dengeyi yakalayabilirler.
Polyanna tarzında her şeye barışçı bir yaklaşım sergileyenler, gelişim umudunu yitirmiş olanlardır. Yeni deneyimler çileli olduğundan, onlara hiç yaklaşmamak gerekir. Babacan görünümlü bu insanlar, sanki derin dondurucuda yaşarlar ve güneşe çıkmaktan korkarlar. Başkalarına yararlar da kendilerine sıra gelince içlerine çekilirler. Sevilmeye layık olmadıklarını düşünürler. Bunlar, Allah’ın Rahman sıfatına sığınmalı ve hayattan kendilerine düşen sevgiyi sağmalılar, çünkü sevgi yoksunudurlar.
Ah şu mükemmeliyetçilik! Her şeyi eleştirirler… Öfkeleri her yanlarından akar. Çevreyi sürekli denetleme, temizleme bunların işidir. Aslında içten içe duydukları “hınç, içerleme, dargınlık” gibi duyguların esiridirler. Huzur, sükünet, berraklık gibi duygular bunları adam edebilir.
Sizi gördüklerinde veya bir başarı karşısında sitemkâr davranmaktan kendilerini alamayan nice insanlar görürsünüz. Yardakçılık, yağcılık, iki yüzlülük ve rüşvetçi tiplerdir. Kişilikleri oturmadığından hep başka dallara kanca atarak tutunmayı yeğlerler. Yüzlerinde maskeyle dolaşan bu tiplerin en belirgin zaafı, sevgisiz büyümeleridir. Verici olmayı başarabilirlerse, tevazu halini kuşanabilir ve dengeye kavuşurlar. Ne var ki tevazuun da en zirve noktasında gizli bir kibir yatar, bunu da iyi ayıklamak lazımdır.
Başarılı insanların hallerini nasıl görürsünüz? Kibirlerinden adeta geçilmez. Zaman zaman da kendilerine tapınmaktan adeta şeytani bir zevk alırlar. Ölümü ve Allah’ın kudretini düşünürlerse, her şeyin fani ve geçici olduğunu idrak ederler ve dengeyi yakalayabilirler.
Mahzun insanlar gördükçe onları acıyasınız gelir. Romantiktirler. “Gıpta ve haset” bunların en önemli özellikleridir. “Bende yoksa onda niçin olsun?” tarzında bir iç depremi yaşarlar. Anı yaşasınlar, bu duygularını dengede tutabilirler. Ümitli olsunlar, hayat ümitle ayakta durur.
Bütün bu duygular hepimizin içinde var olan duygulardır. Ne var ki terbiye edilirlerse, insan aslı kimliğine kavuşur. Taşkınlık her zaman ve her yerde zararlı sonuçlar doğurur. Hayat dengedir ve denge hayattır. İslâm da denge dinidir. İslâm’sız hayat, dengesiz hayattır. Bela illa kapımıza geldiğinde mi anlayacağız! Allah bizleri musibetlerle sınava tabi tutmasın!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
Not: Bu yazıyı yazarken, Dr. Mustafa Merter’in Kaknüs Yayınlarından çıkan “ Nefs Psikolojisi” adlı kitabından yararlandım.
YAZIYA YORUM KAT