NOKTA, CÜMLENİN KIYAMETİDİR
Kur'an kelâm'dır (söz) ve kıyamete kadar diridir. Bu, şunu da gösteriyor ki söz, insan var oldukça etkin olacaktır.
Yazı yazmak, konuşmak insan olmanın kanıtıdır. Oysa öyle zaman oluyor ki beyinde kelimeler, vurgun yemiş balıklar gibi yatıyor ve bir türlü oltaya (dile) gelip takılmıyor. Fakat yazıyı yaşam, yaşamı yazı belleyenlerin, söylemekten ve yazmaktan başka tercihleri var mıdır?
İlk defa söz vardı, son demde de söz olacaktır ve hayat, iki söz arasında sürüp gidecektir. Öyleyse dünya meydanında söz padişahtır. Biz de sözü, sözle açalım:
Ey gönül uyan, ufuktan sözün güneşi doğmak üzeredir. Hazırlan, bir büyü gibi, çölde su gibi, zindanda özgürlük gibi sözün gücü seni kuşatmaktadır. Ey akıl, söze kucak aç, ona tebessümler sun, senin varlığının kanıtı olarak sana göz kırpmaktadır.
Gül bahçesine girip gülleri koklamak istiyorum, bülbüller kartallaşıyor! Cananı uğruna canını ortaya koymayacak âşık mı vardır? Bülbülün sesinin güzelliği, gülün renginden ve kokusundandır. Sana sesim güzel gelmiyorsa, ya sen gül değilsin, ya ben bülbül olamadım.
Bütün şiirler, ayrılık vaktinin çocuklarıdır. Her şiir, söz dantelâsıdır, gönüllere nakış nakış işlenir. Kelimeler aklın mermileri, kimi vuracağı belli olmaz. Şiir, gönlün İsa'sıdır; çünkü babasız doğmuştur. Mısra içinde her kelime, İsa nefesi gibi diriltici olduğu kadar, nesir içinde çoğu zaman kelimeler, Firavun ateşi gibi yakıcıdır. Gönül yurdunun pasaportunu taşımayan her kelime kıyıcı, her cümle zehirden bir oktur.
Sevgiliye koşarken kelimeler mısra olur, kitap olur. Bir kitap, sevgilinin ayak izlerini içinde taşımıyorsa, o karanlık bir orman ya da kızgın bir çöl gibidir; içinde seni kaybeder, kurban eder. Mısralarında ruhlar inlemeyen şiirler yol vurucudur. Ruhu inletmeyen sözcükler yabandır, yalandır. Yalanla sevgiliye varılmaz, mirim!
Yağmurun sesini can kulağı ile dinle, Davud'un nağmesini duyacak ve ruhun sonsuzluk besteleriyle sarhoş olurken, dağların iniltisi seni saracak, taşların aşka gelerek yuvarlandığını göreceksin. Çıtır çıtır yanan ateşe kulak ver, İbrahim'e bestelediği en güzel şarkıyı duyacaksın. Doğanın nabzını tut, kendi nabzın gibi attığını hissedeceksin.. Varlığın dili seni söylüyor, sen uyuyorsun! Âlem senin hikâyeni anlatıyor, nerelerdesin?
İç dünyalarında sonsuzluğa pencere açamayanların sözleri dem almamıştır, o nedenle acıdır, dili yakar, dudak buruşturur. Hiçbir ses, gönlünün penceresini maveraya kapatmış bir insanın sesinden daha çirkin değildir. Bu yüzden eşeğin sesi, “seslerin en çirkini” olarak nitelendirilmiştir; çünkü eşek, yalnızca midesi boşalınca ve şehvete gelince anırır.
Çocukluğuna dön, doğduğun güne dön ve ağla! Ağlamak, masumiyet belirtisidir. Ağla ki hafifleyesin, ağla ki, sırlarla tanışasın. Çünkü ağlamak, kelimelerin ruhundan bir aşuredir. Ağlamak hüznün çocuğudur; meyvelerin hazan mevsimi olgunlaştığını görmez misin? Gönül deryasını hiçbir güç dalgalandıramaz, gözyaşından başka.
Ey kedi! Bir deliğin başında saatlerce gözünü kırpmadan bekleyişine hayranım! Gönlüme, “Aşk, bekleyenlere sunulan özge candır.” diyemedim.
Ey bülbül! Gülünü kıskanmadım; lâkin sarhoşluğun beni de mest etti!
Ay, gecenin koynunda doğurur gündüzü, gece “özge can”, gündüz canandır.
Ne çektiysem hayatta, aklımdan onay almamış, gönlümde demlenmemiş kelimelerden çektim. Kelimeler masum, aklımı bulandıran, gönlümü ateşle dolduran, dilimi hoyratça kullanan kim? “Ne çektim senden ey dilim, etsem seni dilim dilim!”
Her kelime, çocuğundur, onu terbiye eden sensin. Kitapların içinde savaş varsa, savaşa hazırlıklı ol, kılıç kuşan. Bir kitap terbiye edilmemiş kelimeleri içinde barındırıyorsa, onu açma, ruhunu kurban edersin. Akrep inine düşen, zehirlenmekten kurtulamaz. Aşkla kavrulmamış kelimelerin akrepten ne farkı vardır?
Kur'an, Rabbin terbiyesinden geçmiş bir sözdür, onun için onda kusur bulamazsın. Kur'an'ın kelimelerinin zamana meydan okuması boşuna değildir; onlar, zamansızlık ortamında doğmuşlardır. Eskiyen senin bedenindir, ruhun değil. Her ayet kelime kelime ruhunla birleşmiyor, bütünleşmiyorsa sen diri değilsin. Ayetleri, çağlarının vitrinlerine koyanlar hep aldanmışlardır da, canlarının içine koyanlar sonsuzluk muştusuyla aydınlanmışlardır.
“Yazar”ın ruhu geniştir, dünyaya sığmaz. Dünya bir “nokta”dır, bir nokta koyarak yazar olunmaz. Yazar, akıl kalemini, gönül mürekkebine batırarak kelimelerini anlamlı kılan insandır. Nokta, cümlenin kıyametidir. Yazarın yazım kılavuzunda “nokta” bulunmaz; o, sonsuzluk yoluna koyulmuştur, her kelime bir yıldız, gökyüzünü boyamaktadır.
Yazarak çoğalma olduğu gibi, susarak ve düşünerek de çoğalma vardır. “Anlamak” susmanın ve düşüncenin çocuğudur. Anlamak bir hazinedir; kim hazineye sahip olmak istemez? Anlamak, kelimeleri bayağılıktan kurtarmaktır. Bayağı kelimelerden gönül yurduna ampul takılamaz.
Katilin elindeki silahla, yazarın elindeki kalem arasında fark vardır; katil canı vurur, yazar kini. İçinden kin damlayan kitapların kandan ne farkı vardır? Bu tür kitapları, yazarının suratına kapatınız. Nice kitaplar vardır ki, içlerinde insan bulunmaz; karanlık bir orman gibi, vahşi hayvanların barınağıdır. İçinde kendini gördüğün kitap, vatanındır; çünkü vatan, ruhunu kalıba dökebildiğin yerin adıdır. Kur'an, bütün insanlığın vatanıdır, çünkü o, Dost'un emniyeti altındadır ve ruhlar orada kendilerini kalıba dökerler, kanatlanırlar ve özgürlüğe uçarlar. Senin vatanın hangisi?
Bir ateş yaladı geçti yüzümü, bir su, içimi serinletti, canıma can kattı. Bir çocuk, masumiyetimi hatırlattı bana; bir ihtiyar, geleceğimi. Bir kuş, özgürlük elçisi gibi süzüldü havada, bir aslan, toprağa kazıdı güveni. Ve kelimeler… İnsanın gönlünden, aslanın ağzından, toprağın dilinden kuşattı dünyamızı.
İnsan, “bir damla su” ve varlık, insanın görüntüsü. Ve dünya, insanın avuntusu.
Dünya, rüya yumağı. Ben rüyada doğurdum hakikatimi, ben rüyada yendim zamanı.
Ah zaman, hakikatin perdesi. Kelimeler, hakikate giden yolda köprü. Uçurma kelimelerini!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DaliTasci
YAZIYA YORUM KAT