NOTALAR EŞEK SESİNE AYARLI OLUNCA
Okuma işlevi, mutluluk kadar çileleri ve sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Zihin denizinize, kelime kayığıyla çıkıyorsunuz, ama fırtınaları da beraberinde düşünmek ve iyi reis olmak zorundasınız. Yoksa kayığınız alabora olabilir.
“ Yürüyüşünde doğal ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” ( Lokman: 19)
Lokman (AS)’ın oğluna öğüdü olarak gelen bu ayeti her okuyuşumda zihnimde sorular oluştu. “Yürüyüşte doğal olmak, sesini alçaltmak” ve bir önceki ayette geçen, “ Yeryüzünde böbürlenerek yürüme.” tarzında gelen ayetleri anlayabiliyordum da, “Seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” tarzındaki ifadeyi anlamakta zorlanıyordum. Neden eşek sesi? Başka hayvanların sesi neden değil?
Malum, her hayvanın kendine has bir zikri, iniltisi, sesi vardır: Aslan kükrer, deve böğürür, at kişner, köpek havlar, kedi miyavlar, kurt ulur, tavuk gıdaklar, horoz (kuş) öter, arı vızıldar… vs. Ve eşek anırır!..
Arayan bulur ya, nitekim bu merakımın cevabını Mevlâna’da buldum. Ahmet Eflaki’nin eserinde, Mevlâna, dostlarına aynı soruyu soruyor: “ Allah bu ayette bütün hayvanlar arasında en çirkin ve tiksinilen sesi eşeğe nispet ediyor. Acaba dostlar bunun anlamını biliyor mu?”
Ben de kendimi bir an o dostların içinde kabul ederek “hayır, bilmiyoruz.” diyorum ve Pir’in verecek olduğu cevaba merakla odaklanıyorum. Cevap muhteşem:
“ Biçare eşek iki muayyen (belirli) zamanda anırır: Biri cinsi yakınlık istediği vakit (şehvete gelince), diğeri de aç kaldığı zaman.”
“Hıh” diyebiliyor ve bir an dünyamızda yankılanan seslere kulak kabartıyorum; doğudan batıya, kuzeyden güneye sarılmışız dostlar, eşek sesleriyle. Bütün notalar ona ayarlı, tüm besteler onu seslendiriyor. Ruhlar neden bu kadar çileli ve sıkıntılı derken bir anda ruhların esaretini, kuşatılmışlığını hissediyorum. Bireyden aileye, aileden mahalleye, mahalleden şehre, şehirden ülkeye ve devletlerden devletlere hep bu ses yankılanıyor. Bir ses imparatorluğu kurmuş ki eşekler, lokal ve evrensel “anırma” sitelerine de “izm” adını vererek hepimizi “kurtuluş”a çağırıyorlar!
Mevlâna devam ediyor: “ Eşek daima cinsel organının ve boğazının esiridir. Böylece ruhunda Allah derdi ve aşk sesi olmayan, kafasında bir sevda ve sır bulunmayan kimse, Allah katında eşekten daha aşağıdır.” diyor ve şu ayete vurgu yapıyor: “ Onlar hayvanlar gibi, belki daha çok sapıklıktadırlar.” (A’raf: 179) Demek ki, nefsin isteklerinden uzaklaşmadıkça, Allah’a yakınlaşmak, gerçek aşkı tatmak mümkün değil. O zaman da şehvetin adı “aşk” oluyor, ne yazık!
Mevlâna sözünü bitirmiyor: “ Bil ki, bu hayvani nefis, erkek eşek gibidir. Onun altında bulunmak daha çok utanmaya neden olan şeydir.” Mevlâna’yı bazıları suçlamışlar, müstehcen hikâyeler anlatıyor diye. Acaba bugünleri görseydi neler söyleyecekti? Nefs-i emmareyi nasıl anlatsındı? Bu ithamda bulunanların iç dünyalarında eşekler tepişmiyordur inşallah.
Nefsin emperyalist dürtüleri (açılımı), acaba dünya emperyalizminin vermiş olduğu yıkımdan daha mı azdır? Emperyalizm, senin şu an yaşadığın dünyana düşman; zenginliğine, rahatına, refahına; fakat nefis ise ebedi hayatını elinden almak istiyor. Nefsini arındırmayan biyolojik kardeşlerimiz dünyanın egemeni olsalar diye seviniyoruz. Amerikalılar, Avrupalılar Âdem babamızdan kardeşlerimiz değil midir? Niçin onlara karşı çıkıyoruz? Aslolan ebedi yurdun kardeşliği, ruh kardeşliğidir ve sevgi de bunun ürünüdür. Aslında nefsini ıslah edemeyenlerin emperyalizme karşı çıkmaları da bir çelişkiden başka bir şey değildir. Ne fark eder, yabancı dili konuşarak geçici ve ebedi yurdumu elimden alanlarla benim dilimi konuşarak sonsuzluğumu çalanlar arasında büyük uçurumlar mı vardır?
Mevlâna’nın bu nefis nefs hikâyesini yazmadan bu yazı eksik kalırdı. (Siz yine de müstehcen diye eleştirin.)
“ Belh’te çok zengin bir tüccar varmış. Birdenbire ölmüş. Bu adamın hayırsız mı hayırsız bir oğlu varmış. Bu oğlana babasından çok büyük bir servet miras kalmış. Bu delikanlı bir şuh kadına aşık olmuş ve babasından kendisine kalan tüm serveti, bu kadın uğruna bitirmiş. Sonunda hiçbir şeyi kalmayıp bir ekmeğe muhtaç olunca, yalancı sevgilisi de ondan yüz çevirmiş. Ne kadar uğraşıp didinmişse, kadına ne denli dil dökmüşse, kadın bir türlü delikanlıya artık yüz vermemiş. En sonunda oğlan o kadına:
“ Senden bir isteğim var; o isteğimi yerine getir, ondan sonra nereye gidersen git.” demiş. Kadın buna razı olmuş. Oğlan: “ Tebevvül ettiğin (idrara çıktığın) esnada avret yerine bir kerecik de olsa bakmak istiyorum.” demiş. Kadın da buna “olabilir” demiş.
Oğlan, tebevvül esnasında orayı gördüğü vakit bağırmaya ve hüngür hüngür ağlamağa başlamış: “ Hani yolunda kaybettiğim mallar, mülkler, altınlar ve atlardan burada bir şey göremiyorum. Hepsi bu günahla dolu yerde kaynayıp gitmiş. Onlardan hiçbir eser yok!”
Eşek sesine sarılı bir dünyada yaşamadığımızı kim söyleyebilir? Bu sesler arasında bülbül sesine kulak vermek, onu, bu kargaşadan ayırabilmek de büyük hüner ister. Asıl kayıplarımızın ismi bile okunmuyor. Dünya, eşek sesinden bestelenmiş şarkılara kulak verirken, kitleler demokratik nutuklara hedef oluyor. Bağrışmalar, koşuşturmalar; yasalar ve tüzükler birbirlerine yumruk sallıyor.
Kur’an’ı açtığım gibi sayfadaki ayete parmağımı bastım. Allah şöyle diyordu:
“ Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” (Gafir –Mü’min- 60)
Elhamdülillah, her gecenin bir sabahı vardır. Sabah ezanı bülbül sesini kulağımıza fısıldamaktadır.
YAZIYA YORUM KAT