O GÜNLERİN SANCISINDAN HÂLÂ KIVRANANLAR VARDIR
Yanımdaki CHP’li arkadaşım bağırıp çağırıyor: “ Bu ne yahu? Padişahları geçtiler, dedikleri dedik, çaldıkları düdük! Parlamentoyu hiçe sayıyorlar, hukuku tanımıyorlar, boyuna esip gürlüyorlar.”
Haktan-hukuktan söz eden bu CHP’li arkadaşımın tarih bilgisi yoktu anlaşılan. Bu söyledikleri şeylerin tamamını ve fazlasını, o peşinden gittiği partinin elemanları yapıyordu. Onu yanıma çağırdım ve Refik Halid Karay’ın “Bir Ömür Boyunca” (Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2011) isimli hatıralarını yazdığı kitabı açtım ve görgü şahidi olan Karay’ın yazısından bir bölüm okudum. Ona okuduklarımı sizlerle de paylaşıyorum:
“ Gerçekten ne idi o tek parti zamanları, hele tek parti bakanları? Korkmazlardı basından. Koltuğuna kurulur, bir bakardı şöyle gazetelere, kızarırdı yüzü öfkeden:
“Ne halt etmişler”, derdi birden. “Buğday fiyatları düşüyor” diye yazmış köftehorlar! Çizmeden yukarı çıkmışlar, devletin itibarını kırmışlar, milli şerefe kıymışlar!” Hemen bir direktif gelirdi. “Buğday fiyatlarından sakın bahsetmeyin!” denirdi. Şayet bakan fazla kızdı ise, telefona sarılırdı, başbakana bir şeyler söyler, karar derhal çıkardı. Gazete hapı yutardı!
Bunu kimler yapmıştı? İsmet Paşa kabinesi, Paşa’nın seçtiği başbakanları, arkasından gelenler, Saydam’ından (Refik) Saraç’ına ( Şükrü Saraçoğlu), Saka’sından (Hasan) Serçe’sine kadar hepsi. Ah, ne hoştu böyle başbakanlığa, bakanlığa erişmek! Haydarpaşa Garı’nda hususi treninden indi mi, Kıbrıs mitingi varmışçasına bir kalabalık karşılardı; etrafına göz atar, valinin elini sıkar, genel müdüre gülümser, başmüfettişe sürat asar, kimini sevindirir, kimini ürkütürdü. Bekleyen motoru şanına uygun bulmaz, kaşlarını çatardı; korku bilmez, korkuturdu.
Ah, ne hoştu bir zamanlar bir yurtta bakan olmak! Tek adam çıkıp da “Nedir yapılan?” diyemezdi, mimlenirdi. Bildikleri her ne herze ise “Kabul, kabul, bravo, bin yaşa!” diye alkışlamaktan başka bir söz işitmezdi. Bakan bağırır, biz susardık; bakan gelir karşılardık; bakan gider uğurlardık. “Bakanın şoförü bize baktı!” der, şımarırdık; bakan aksırdı mı hep bir ağızdan: “Çok yaşa!” diye tempo tutar, aksırırdık.
Ah, ne hoştu bir zamanlar bakanlıkta yer almak! Meclis’te ittifakla oy almak! Lüzumsuzdu sağı solu kollamak. Demokrasi, sosyal adalet, kalkınma veya reform kelimeleri yoktu siyasi lehçemizde; rahattık. Tek parti ile Cumhuriyet bayramları kutlar, kurulur, kurumlanırdık; rahat eder, böyle gider sanırdık.
Ah! Ne hoştu bir zamanlar tek partide cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık! Bir tarafta Mevlit oku, öte yandan Lenin’i. Bir yanda Hitler kesil, (Dönemin yöneticilerinin bıyıkları, Hitler bıyığı gibi olurdu.) öbür yanda sulh perisi. Evet, ne hoştu o zamanlar:
Tek partide saylavlık! (Meb’us Arapça olduğundan onu saylav yaptılar; bu da tutmayınca milletvekili oldu.) Tek partide amirlik! Tek partide memurluk!
Geri geri ilerlerdik. İşte bugün duyduğumuz o günlerin acısı, çektiğimiz o günlerde yediğimiz hurmaların sancısıdır.”
O devrin en ünlü gazeteci ve yazarlarından biri olan Refik Halid Karay, muhalif tutumundan dolayı “yüz ellilikler” listesine alınarak yurtdışına sürülmüş ( 9 Kasım 1922- 17 Temmuz 1938) ve yaklaşık 15 sene sürgün hayatı yaşamıştır.
Demek ki fikre saygısızlık, eleştiriye tahammülsüzlük bizde devlet geleneği. Gazetecileri, yazarları hapse tıkmak, sürgün etmek her dönemin işi olmuş. Bu geleneğin üzerinde boy atmış olan insanların, partilerin “özgürlük”ten söz etmeleri anlamsızdır ve karşılığı da yoktur. Ne yazık ki, tarihi dikenli olanların geçmişe doğru yürümeleri zordur. Bugün konuştuklarının da bir temeli yoktur.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT