ÖNCÜ BİR KİŞİLİK: SEYYİD KUTUB
1970’li yılların başında öğretmen okulunda okuyorduk. Allah demek yasak değil, ama ayıptı aramızda. Okulda “Evrim Teorisi”yle beynimiz yıkanırken, dışarıda da “seküler- modern” bir hayat adeta zihnimize dayatılıyordu. Korkunç bir kimlik bunalımına sürükleniyorduk. Ailemizden almış olduğumuz İslami terbiye, yaşadığımız sorunları karşılayabilecek güçte değildi.
1972 yılı başlarıydı. Üstad Necip Fazıl’ı tanımamla ona kapılanmam bir oldu. Üstad, sanat, edebiyat, aksiyon yönümü doyuruyordu; fakat yine de içimde bir eksiklik vardı. Said Nursi’yi daha önceden biraz tanıyor, ne var ki onu pek anlayamıyordum. Açıkçası, içimdeki özgürlük çağlayanını geniş okyanuslara taşıyacak bir ruh binitini hep özlüyordum.
Bir gün, bir kitapçının önünden geçerken (Rize’de, Ali Karali), vitrinde “Tekâmül mü Soysuzlaşma mı” adlı bir kitap gördüm. (O zaman evrim teorisini, tekâmül nazariyesi olarak okurduk.) Hemen satın aldım. Yazarı “Muhammed Kutub”tu. ( “İslam’a Göre İnsan Psikolojisi” ve “İslam Terbiye Metodu” adlı kitaplarını, insanı tanımak isteyenler okusun isterim.)
Hemen ardından kardeşi Seyyid Kutub merhumu tanıdım. Hamiyet Kutub,. Emine Kutub derken çağdaş bir “Yasir Ailesi”yle karşı karşıyaydım.
Seyyid Kutub’un ilk okuduğum kitabı “İslam ve Kapitalizm Çatışması”ydı. Ardından “Cihan Sulhu ve İslam, İslam’da Sosyal Adalet” ve diğerleri izledi. 16 ciltlik “Fizılal-il Kur’an” adlı tefsirine abone olmuştum ve ciltler geldikçe su gibi içmeye başlamıştım.
Ve “ Yoldaki İşaretler”. İşte ruhumuzun kıyameti bu kitapla kopuyordu! “ Lailahe İllallah” davasını, İslam’ın devlet ve toplum anlayışını ( Demek ki İslam, hayatımızın tümünü kucaklıyormuş!), Allah - insan ilişkisini…ve daha nice bizim için yeni anlayış, algı ve kavramları adeta nokta nokta özümsüyorduk. Hele bunlara, Fizılal’in 5.cildindeki “ En’am Suresi”nin 57 sayfalık girişi de eklenince, artık kimlik problemlerimiz yok olduğu gibi, ebedi ve taze, eskimez- pörsümez yeni bir İslam anlayışıyla can bulmuştuk.
O şöyle sesleniyordu, çağın Müslümanlarına:
“ Üzerine -Lailahe İllallah- bayrağı dikilmeyen hiçbir toprak parçası Allah adına kurtarılmış değildir.”
Ve ardı ardına gelen sözleri, dünya Müslüman gençliğinin susuz kalmış gönlüne serin sular akıtıyordu:
“ Onlar Amerikan İslam’ı istiyorlar. Onlar abdesti bozan şeylere fetva veren, ama Müslümanların siyasi, ekonomik ve sosyal durumlarına fetva vermeyen İslam’ı istiyorlar.”
“ Acaba Müslümanlar nasıl zevkle yiyip içiyorlar, nasıl rahat uyuyorlar? Din kardeşleri en aşağılık, en rezil insanların ellerinde en kötü işkenceler görürken, çeşit çeşit zillete layık görülürken?”
Din dilini, çağın insanlarının anlayacağı bir şekilde değiştiriyor ve fert fert Müslümanlara sorumluluk bilinci aşılıyordu.
Seyyid Kutub’un, inançlarını burunlarının dibinde bir cüzzam gibi saklayanlara, bu inancın alnın ortasından fışkıran bir nur olduğunu hatırlatması açısından önemli bir önder olduğu unutulmamalıdır. 20. asrın yetim müminlerine yepyeni bir ruh, kimlik, asalet, gelecek coşkusu ve dinamizm aşılamıştır. ( Allah aşkına artık şu cemaat, bu cemaat taassubunu bırakıp biraz ruhumuzu dinlendirelim. Yaklaşık iki yüz senedir hepimiz saksıda büyüyen bitkiler gibiyiz; toprağımızı bulana kadar birbirlerimizi itham etmeyelim. Fanatizm ve yobazlık bizim medeniyetimizin ürünü değildir.)
Gerçek dava adamları böyledir, başkalarını diriltmek için kendilerini feda ederler. “Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler; ancak, fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini feda etmeleri pahasına.” sözü onundur. Yaşadığı dönemde kendi üzerine düşen görevleri yaparak aramızdan ayrıldı.
“Akide- inanç”, onun en önemli kavramlarından biridir: “Gerçek mücadeleyi verebilmek için akide şarttır. Akidesiz hayat, akidesiz insaniyet tasavvur edilemez.”
Çocuk eğitiminin ne denli önemli olduğunu vurgulamak açısından, Seyyid Kutub’un babasına ithaf ettiği bir eserinden alıntı yapmak istiyorum: “ Babam, her yemekten sonra ellerini kaldırır ve dua eder, biz de hep birlikte “amin” derdik. O, yüksek sesle Fatiha’yı okurken, biz de bilmediğimiz halde mırıldanarak, söylediklerini tekrarlamaya çalışırdık. En çok dikkat ettiği şey, bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti..”
Hiçbir şey tesadüfen olmuyor: Kutub, bir bakıma babasının eseridir. Bir eğitim, sonunda insanlara ahiret duygusu vermiyorsa, o, eğitim ( terbiye) değildir. Eğitimde ölçme ve değerlendirme yapılmıyorsa her şey boşunadır. Hayatımızın tümünün ölçülüp biçileceği bir yer zihinlere nakşedilmiyorsa, her şey zarardır, hüsrandır, gaflettir.
Merhum Kutub, altmış yıllık çileli hayatında fırsatını bulup bir türlü evlenemedi. Her nişanlanışında hapsoldu. Sevgilisine ithaf ettiği bir edebi eserine şu cümlelerle başlar: “Benimle birlikte dikenliklere dalıp ben kanadıkça kanayan, benim gibi ızdırap çeken ve bu aşk savaşından birlikte aldığımız yaraların sızlayışı içinde vedalaşıp ayrıldığım sevgiliye ithaftır.”
Amerika’da iken kaldığı otelin odasına dayanıp misafir( ! ) etmesini isteyen yarı çıplak kadını yanından kovarken Yusuf suretine bürünen merhum, saf aşkına ve Müslüman asaletine ihanet etmemekle de büyüklüğünü göstermiştir.
Okumayı çok seven merhum, günde on saat okur. Kendisini dinleyelim: “ Bu satırların yazarı, ömrünün kırk senesini okumakla geçiren bir insandır. Beşeri bilgileri tetkikten geçirdi, ilmi sahalarda profesyonel ve akademik çalışmalar yaptı. Sonra kendi akide ve kültürünün asıl kaynaklarına döndüğünde, bu kaynakların azameti karşısında bütün okuduklarının ne derece cılız kaldığını hayretle müşahade etti. Gerçek de bunu gerektirirdi. Ama ömrünün bu yolda geçen kırk senesine yanmadı. Çünkü o kırk sene ona, cahiliyetin hakiki yüzünü, ondaki sapıklığı, cılızlığı ve dağdağayı, böbürlenmeyi, kuruntu ve iddia gibi özelliklerini öğretti.”
Demek ki okumak, kurtulmak ve kurtarmaktır.
“ Nasır’dan özür dile ve kurtul” dediklerinde, verdiği cevap, 20. asrın topyekün yüz akı ve destanlık çaptadır:
“ Eğer idamı hak etmiş olarak “ Hakk”ın emri ile ipe çekiliyorsam, buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer “ batıl”ın zulmüne kurban gidiyorsam; batıldan ve zalimden merhamet dileyecek kadar alçalamam.” Bu inançla 29.08.1966 günü şehadet şerbetini içti.
Hepinizden, merhum Kutub’un ruhuna birer Fatiha okumanızı rica ediyorum.
Şehadetinin 54. Yılında onu rahmet ve minnetle anıyoruz.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT