Parlamenter demokrasimizin geçmişi
Parlamenter Demokrasiyle 1950 yılında tanıştık. Parlamenter Demokrasiye geçmeden önce bu ülkede tek partili şeflik dönemi yaşanmıştı. Çok partili parlamenter Demokrasiye geçtiğimiz 1950 yılı öncesini Atatürk ve İnönü dönemleri olarak iki ayrı başlık altında değerlendirmekte fayda var.
Türkiye Cumhuriyeti devleti Atatürk ün de ifadesiyle milli devlet olarak kuruldu. Yine herkesin kabul edeceği gibi bu milli devletin temel felsefesi muasırlaşmaktı. Atatürkün kısa süren ömrü hep bu ülküye kilitlenmiş ve bu güzergâhta yol alınmıştı. O büyük insan Türk Tarih kurumu ve Türk Dil Kurumunu kurdurarak Ulus Devlet projesinin temellerini bu iki ana kaynaktan beslemek istemişti.
Atatürk 1938 yılının on kasımında ebedi yolculuğuna çıktıktan sonra onun sağlığında yanına bile uğrayamayan bazı zevat bir anda Atatürkçü kesilerek tozu dumana katmaya başladı. İsmet Paşanın etrafı kısa zamanda bunlar tarafından adeta kuşatılarak Ankara parkı resmen bu takımın işgaline girdi. Ankara parkını ele geçiren bu zevat 1950 yılına gelene kadar geçen süre içerisinde halktan kopuk bir anlayışla sürekli olarak Anadolu insanının değerlerine adeta savaş açarak, Ankara ile Anadolu arasında ördükleri kalın duvarlarla memleketin bu günlerine de etkili olabilecek tarzda yanlışlara imza attılar.
1950 yılına gelinceye kadar geçen sürede Ankara güdümlü bir Anadolu havası oluşturduklarına inanan bu zevat, içinden kendilerinin çıkacaklarına kesin gözüyle baktıklarından olacak, kendilerinden emin bir şekilde sandığı milletin önüne koydular. Kendilerinin galip çıkacağına kesin gözle bakan Ankara parkının imtiyazlı sahipleri sandıklar açılınca şaşkına döndüler. Sandıktan kendileri değil, bu defa başkaları çıkıvermişti.
Milletin bu iradesi Ankara parkını elden çıkarmak istemeyen takım tarafından cehaletin hortlaması diye anlaşılmış ve karşı tedbirler geliştirilmelidir vehmiyle çok büyük günahlara imza atılarak devlet ve millet birlikteliğimiz ciddi anlamda yaralar almıştır. Daha sonraki yıllarda Ankara parkını elde tutabilmek için bin bir bahaneler uydurularak bir takım gereksiz suni korku ve şüphe bombaları da patlatılmıştır.
Anadoluda gelişen dip dalgasını temsil ettiğini iddia eden yeni gelenlerle Ankara parkından vazgeçmemekte ısrarı olan eskiler arasında öylesi amansız bir propaganda ve laf yarışı başladı ki, bu yarışın meydana getirdiği kirli siyaset dilinin serpintileri bu gün bile izlerini devam ettirmektedir. Bu kısır çekişmeler genç parlamenter Demokrasimizi daha doğmadan yaşlandırmış ve eskitmiş oluyordu. Bu zıtlaşmalar yeni bir takım egemen güç ve çevrelerin de bu yarışta taraf gibi davranmasıyla adeta sinirleri geriyor ve bizim genç Demokrasimiz fikir ve düşüncelerin yarışma pisti olmaktan çıkarak resmen egemen güçlerin de içine girdiği çok farklı bir alana dönüşüyordu.
Bu anlamsız yarış daha sonraki süreçlerde darbeleri ve muhtıraları da ardından getiriyor ve bu yanlışlar yüzünden de millet farklı siyasi kamplaşmalara doğru hızla kayarak siyaset, siyaset olmaktan çıkarak adeta şeytanlar değirmenine dönmüştü. Bu olup bitenler Demokrasimiz bakımından hayırlı gelecekler vaat etmediği gibi adeta genç demokrasimiz de cici demokrasiye dönüşüyordu. Bu kirlilik ve dalaşmalar içerisinde Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin diyen Atatürkün çizgisi kırılıyor, Hâkimiyet Ankarayı ele geçirenlerindir şeklinde kör bir anlayış gelişiyordu. Bu çizgide karşılıklı mücadele verenler kendilerine yakın bir yazarçizer takımı, kendilerine yakın bir bürokrat cenahı peyda edebilmek için canla başla çalışılıyor ve istişare kültürümüz yerini tartışma denilen illete ve oradan da sert kavgalara ve işin sonunda da kardeşkanı akmasına kadar vardırılıyordu.
Çok partili döneme geçiş yaptığı günden bu tarafa geçen süre içerisinde Türkiye nice partilerle tanıştı.
Bu partilerin çoğu daha doğmadan ölmüş ve Türkiye dünyanın en çok parti üreten memleketleri arasında yerini almıştı.
Şimdi gelmiş olduğumuz noktada ortada bulunan fotoğrafımızda geçmişin bütün yanlışlarının çizgilerini en ince ayrıntısına varana kadar görmek mümkündür. Daha dün Ankaranın şerrinden kaçanlar şimdi Brükselin merhametine sığınmayı marifet zanneder oldular. Geldiğimiz son durakta otobüsten inerken ne kadar yanlış bir adrese geldiğimizi belki anlamış oluyoruz ama ne yazık ki iş işten geçmiş bulunuyor. Şimdi yapılan yanlışlar ve gelinen ters adres bir yana birileri ortalara çıkıp kendi yanlışlarının günahlarını Cumhuriyete çıkartarak ikinci Cumhuriyet diye lakırdı yaparak egemenliklerini devam ettirmek istiyorlar. Biz bu numarayı yemeyecek kadar kimin sepetinde nelerin olduğunu bilecek kadar artık etrafımızı görebiliyoruz. Birinci Cumhuriyetin altını oyanların ikinci Cumhuriyetten bahsetmeye hakları yoktur. Bu birikmiş sıkıntıları aşmanın yolu Cumhuriyeti değiştirmek yerine, Cumhuriyetten geçinenleri değiştirmemize veya terbiye etmemize bağlıdır diyoruz.
YAZIYA YORUM KAT