PEYGAMBER KOKUSU SİNMEMİŞ EVLERDE BÜYÜYEN ÇOCUKLAR
Elbette her ülkenin sorunları veya varlıkları, kendi medeniyet kodları, kültürel yapılarıyla ilgilidir. Bunun böyle olması zaten kaçınılmazdır. Bireysel ayrışmalar, sonucu değiştirmez.
Ülkemize gelince. Ülkemiz insanlarının yaşadığı kültürel travmayı hiç kimse inkâr edemez. Uzun zaman içinde inançlarını, anlayışlarını değiştirmemiş toplum neredeyse yoktur, ama kısa zamanda bir büyük kırılmaya tanık olmak, her türlü problemi de beraberinde getiriyor.
Daha özele inelim.
Bugün Türkiye’de okuyup yazan, kendilerine “aydın” yakıştırması yapılan insanları kendimce anlamaya, ön yargısız olarak onlara yaklaşmaya çalışıyorum.
Aile ortamlarına girmeye gayret ediyorum. Çocukluklarını hayal ediyorum: Sabah ezanı okunduğunda “Bismillah” diyerek yatağından kalkıp sulara bülbül sesi katan anne ve babalara sahip olamamışlar. Abdestin aydınlık yüzüne, yüzünü sürdükten sonra, seccadesini kıbleye sererek Rabbinin huzurunda “Allahuekber” diyerek namaza durmuş ebeveynleri, maalesef görememişler! Akşam sohbetlerinde evin içine Peygamber kokusu sinmemiş, Asr-ı Saadet’ten bir ruh esintisi gönülleri yalamamış; Kur’an’ın ruhları bürüyen sesinden mahrum büyümüşler. Kendilerine, kendi kültürel kodlarına yabancı kodlar edinmişler. Evin içindekiler veya küçük komünlerde gelişen, pişirilen dünyalar, ruhun kodlarıyla bağdaşmamış; adeta çatışmış.
Bunun yerine özlemi duyulan bir yabancılaşma gündeme oturdu. İnsan, bütün sonuçlarına katlanarak, her türlü fikri kabul edebilir ve bunu hayatına da sokabilir; fakat toplumun kültürel kodlarını temelinden kazıma gibi bir işe girişemez; girişmemelidir; çünkü bu durum toplumun tümünü temelden sarsabilir, hatta toplum dağılabilir. Gün gelir başka bayrak, başka para birimi ister.
Ya da çocukluklarında “Bismillah” sesini duymuştur, ama okuduğu okullar, takıldığı çevre onların bu değerlerini küçümsemiş ve aşağılamışsa, onlar da yeni çevrelerine intibak edebilmek için, içlerinden geldikleri çevreye düşman kesilmişler ve ne yazık ki en dehşetli düşmanlıklar da bu tiplerden meydana gelmiştir. Bunlar Ebu Leheb tıynetlidirler.
Tarihi yazan galipler olduğundan, geçmişin tüm görüntüleri silinmeye çalışılarak, halkın derin nefes alma refleksleri de felç edilirse, inmeli bir şekilde yürümeye çalışan zavallı insan tipi ortaya çıkar. Elini sallasa sallayamaz, dik yürüyemez; vursa vuramaz, bağırsa sesi gür çıkmaz, çıksa da susturulur.
Değerleriyle oynanmış toplumlar sendeler, kişilik ve kimliklerini ortaya çıkaramazlar, hatta bundan utanırlar; çünkü bundan ötürü çok alay edilmişler, horlanmışlar ve aşağılanmışlardır. Bunun adı kişilik erozyonudur; ardından bıraktığı da taşlaşmış kimliklerdir ve yaşadığı toplumun değer yargılarını küçümsemek ve adeta düşman tavırlar geliştirmektir.
Böyle toplumlarda paylaşım unutulmuş, “hizmetçi” mantığı öne çıkarılmıştır. Biliyoruz ki hiçbir efendi, kendi hizmetçisinden kural, görgü ve anlayış öğrenmez, bunu kendine zül sayar.
Böylesine bir dünyada, kendi halkının kültürel kodları ve medeniyet algısıyla bütünleşmiş yöneticiler ortaya çıkar ve yönetimi de eline alırsa ne olur?
Daha önceki “kaos” toplumundan beslenen ve bu kaosu oluşturmak için ellerinden gelen her şeyi yapan, varlığını güneşe çıkarmayıp hep yosun tutması için karanlıkları tercih eden, bu uğurda çaba sarf eden “elit”ler ayağa kalkarlar; hem de tüm güçleriyle.
“Barış”tan yana olduklarını her fırsatta dile getiren bu tipler, “barış” derken bile adeta ağızlarından alevler dökülür; çünkü bunlar ateşin çocuklarıdır. Bunların hiçbir görüş ve beyanları samimi değildir; nedeni, iç dünyalarında samimiyetin barınabilecek olduğu bir santimlik yerleri yoktur. Bunların görüş ve fikirleriyle barış gerçekleşmez, aksine barış bunlara rağmen hayat bulur.
Kendi karanlıkları içerisinde, mest olmuş kafalarla şehevi rüyalar gören bu tipler, ortalığı vaveylaya boğmaya çalışırlar ve tüm çanları çalmaya başlarlar. Ne var ki çanlar artık eskisi gibi gür ses vermiyor, minarelerden gürleyen ezan sesleri vadilerde yankı yapmaya başlamış bulunuyor. Bu ezan sesine sadece halk kulak vermiyor, kediler, köpekler ve tüm hayvanlar bu sesle birlikte uyanıyor ve atmosferde birliğin, bütünlüğün şarkısı okunuyor. Türkiye’nin Suriye’de, Akdeniz’de, Libya’da ve dünyanın diğer yerlerinde yüz yıldır yitirdiği ve unuttuğu kimliğini araması bunun işaretlerinden biri değil midir?
Bundan sonra mı?
Geleceği sadece Allah bilir. Ne var ki, tarihi ve varlık yasalarını okuyabilirseniz, bütün dünyada güneşin aydınlatıcı yüzünü görebilirsiniz. Kaybetmeden kazanmanın da pek bir değeri olmaz. Belki de kazanmanın zevkine ermek içindir, kaybedişler.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT