1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. REFERANSIM ALLAH'TIR
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

REFERANSIM ALLAH'TIR

A+A-

Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir ilimizde personel almak üzere görevlendirdi. Biz dört arkadaş birleşerek sözünü ettiğim ile gittik. Önceden bizim için ayrılan misafirhaneye yerleştik, şehre gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Zaten ben ve arkadaşlarım bu ile ilk defa geliyorduk. Ne kimseyi tanıyorduk, ne de kimse bizi tanıyordu.

Arkadaşlar olarak hepimizin kanaati aynıydı, siyasi ve diğer baskılardan hiçbirine boyun eğmeden hak edeni kazandırmak. Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes, maalesef bir referansla, bizi rahatsız edecekti. Bunun için çok dikkatli olmalıydık.

İle ikindi vakti vardık. Kimseye görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar bir mahallede, tarihi bir camiye gittik. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boştu. Osmanlı'dan kalma, mimarisi insanda manevi duygular uyandıran şirin bir caminin avlusundayız. Dört arkadaş şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Mayıs ayının serin, sıcak havası da ayrı bir güzellik katıyor çevreye. Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki ayaklarımın önüne bir çift takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa doğru şaşkınlıkla başımı çevirdim. Yüzüme tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi ve yakışıklı diyebileceğimiz yirmi beş yaşlarında bir gençle göz göze geldim. Utangaçlığın vermiş olduğu çekingenlikle;

"Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!" dedi.

Gencin tebessümü, davranışı, kibarlığı, her şeyden önce içten davranışı hepimizi çok etkiledi. Sordum:

"Sen kimsin?, Adın nedir?"

"Adım Bilal, bu mahallede oturuyorum."

 

Bir an abdest almayı bırakarak gençle ilgilenmeye başladım.

"Ne iş yapıyorsun Bilal?"

Biraz durakladı; ama yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu cevaplandırdı:

"Şimdi işim yok; ama inşallah yakında işe gireceğim"

O kadar inanarak söylüyordu ki bunu,

"Nasıl olacak o, Bilal?" dedim.

Müthiş mütevekkil ve huzurlu bir yüzle:

"Üç gün sonra" dedi, " … Müdürlüğü’nde sınavla personel alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah!" demez mi?..

Ben bir an neye uğradığımı şaşırmıştım. İşe alacak olan bizdik. Arkadaşlarım da artık, Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat kesilmişlerdi.

"Peki, Bilal" dedim, "Bu zamanda işe girmek zor, hem de çok zor! Senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?"

Bilal o mütevekkil ve mütebessim halini kuşanarak (ki bu halini hiç unutamıyorum.), hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak sözü söyleyiverdi:

"Bir yetimin referansı kim olur? Benim referansım Allah Celle Celaluhu'dur. Ne güzel vekildir O. Dün gece O'na teheccüd namazından sonra dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?"

Ya Rabbi! Ne işe tutulmuştuk? Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim. Musluktan avucuma su alıp yüzüme serptim.

"Bilal, baban yok mu?"

"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni".

Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o kadar meydanda idi ki kalbi adeta yüzüne vurmuştu.

"Askerliğini yaptın mı Bilal?"

"Yaptım ya, hem de çavuş olarak".

Artık Bilal'ı daha yakından tanımalıydım; çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti.

"Evli misin Bilal?"

Bir anda gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak sözünü sürdürdü; "He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez düğünümü yapacağım".

Yine o kadar kesin konuşuyordu ki!

"Ama Bilal, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki sınavı kazanmış gibisin!"

Sustu. Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz sonra gözleri ufka dikili olarak ve sesine bir gizemlilik katarak şunları söyledi:

"Ben Rabbimi çok seviyorum, inanıyorum ki o da beni seviyor. Seven seveni korumaz, ona yardım etmez mi? Seven seveni hiç yüz üstü bıraktığı görülmüş müdür?”

Ona söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal öylesine bir kalp taşıyordu ki, Allah bizi kocaman kocaman müdürleri, Bilal kuluna hizmet ettirmek için ayağına göndermişti.

Kim müdürdü, kim işçi olacaktı? Bilal dilekçesini en büyük makama sununca melekler harekete geçtiler; daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte Bilal kulun ayağına koşmaya başladılar. Çünkü emir büyük makamdandı. Allah'a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi? Sormaya devam ettim, içim titreyerek:

"Bilal, sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda hem yetim, hem işsize kim kız verir ki?"

Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi;

"Zor nişanlandım ya, Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, ‘sözde Müslüman’ değil, hakiki mümin. ‘Bu zamanda namazında niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır’ dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verir inşallah."

“Bilal, senin bu tarz yetişmene neden olan, seni bu mütevekkil hale getiren bir sır olsa gerek.”

“ Eğer ona sır denilirse, var. Sevgili anneciğim bana hiç haram lokma yedirmediğini söyler.”

Bilal lise mezunuydu, üç yüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçerek ilk yetmiş kişinin arasına girdi. Şimdi mülakata girecekti.

Ve bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil, bütün referansları bir kenara koyarak Bilal'ın referansını en öne aldık!

Mülakat gününe kadar bizi göremedi, kim olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat günü geldi çattı. Tüm arkadaşlar merak ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba nasıl tepki verecekti?

Adı okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak, bizi birden fark edemedi, zaten kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk, o da başını yavaş yavaş kaldırarak bize baktı.

Birden şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü, sessizliği bozdum;

"Bilal, bizi tanımadın mı?"

"Evet".

"Peki, ne diyeceksin şimdi?"

Ağlamaya başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu. Artık biz de dayanamamıştık, ona uyduk. Sabah makamında hıçkırıklar boğazımıza düğümlenmişti. Oda öylesine bir havaya bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle dokunmak mümkündü, adeta. Bilal ellerini Rabbine kaldırdı ve:

"Ey Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum, içimi sana açmıştım, şimdi burada müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben Sen'den, başkasından istememeyi istedim. Beni yalnız Sana muhtaç eyle Allah'ım” dedi.

Bir an bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün dolu bir sesle;

"Ne olur, izin verin çıkayım" dedi.

"Peki, Bilal" dedik, "Güle güle git. Allah işini, aşını, eşini mübarek kılsın!"

Allah'tan isteyenler muratlarına erdiler de, O’ndan başkasından isteyenler helak oldular. Allah dilerse bütün dünyayı Bilal'lere hizmetçi yapar (Bizi yapmadı mı?)

Fakat Bilal yüreğine ve saflığına ulaşmak gerek.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
27 Yorum
  • biri / 03 Haziran 2022 16:31

    Allah akıl fikir versin.

    Yanıtla (0) (0)
  • Y.Beyda / 20 Şubat 2015 Cuma 11:01

    MEVLAM NE EYLERSE GÜZEL EYLER .Gerçekten çok doğru bir söz biz elimizden geleni yapalım niyetimizi temiz tutalım gerisi gelir .inanmak Allaha dayanmak .Bunun bilincinde olalım.Ağzınıza sağlık hocam Allh razı olsun bizimle paylaştığınız için ikatım bir kat daha yükseliyor .

    Yanıtla (0) (0)
  • M. Sahin / 04 Şubat 2010 Perşembe 01:38

    bunca yorumu okuyunca gordumki maalesef butun yorumcular hemen hemen yari yariya bolunmusler.Bir gurup yorumcu yazarin yanlis yaptigini,sadece o adayin dini inanclarina gore karar verdigi icin yanlis yaptigini yazmis (bende bu guruba dahilim) diger gurupsa sadece dini inanclari cok kuvvetli diye o adayin secilmesinin dogru oldugunu ve ayni zamanda yazardan yine dini icerikli yazilar yazmasini istiyorlar.
    Bende yazarin yanlis yaptigini dusunenlerden oldugumu yazmistim. Sebebine gelince insanlari dini inanclari kuvvetli veya zayif diye ayirmaga sanirim hic kimsenin hele hele yonetici pozisyonunda bulunanlarin yapmasi fevkalade yanlistir. Cunku insanlarin ne kadar inancli veya imanli oldugunu ancak Allah bilir.Bizim gibi insanlarin veya kullarin diyeyim insanlari cok iyi inanmislar veya az inanmislar diye ayirmaga kimsenin hakki yoktur.Bu yolla hareket edersek sokaklarda bir suru dilenciyle karsilasiyoruz ama gercekten hangisinin daha zor durumda olduguna karar verebiliyormuyuz? hayir...Cunku kim daha acinacak durumda gorunuyorsa veya bizi oyle etkiliyorsa bizde onun daha fazla yardima ihtiyaci oldugunu saniyoruz ama acaba ne kadar yaniliyoruz?
    Devlet yonetmek veya herhangi bir pozisyonda yonetici olmak cok ama cok buyuk sorumluluk ister.Yonetici olan kili kirk yarip en iyiyi veya en iyisini bulup cikarmak zorundadir yoksa her onune gelip Allah Yallah Masallah diyeni tamam aradigimiz budur diyemez. Cunku ise alinan veya alinacak kisi belki cok onemli ve bilgi tecrube gerektirecek bir goreve gelipte yetesiye donanima sahip degilse , yapacagi yanlislarin veya hatalarin hesabini kim verecek.
    Tamam surasi kesinki buyuk bir cogunlugu musluman olan memleketimizde vatandaslarimiz halen kucukken dinledigimiz gibi dini hikayeler dinlemek istiyor, buna bende dahilim. AMA...Eger dinleyeceksek Hazreti OMER gibi gercek din buyukleriyle ilgili hikayeleri veya onun adaletini yansitir hikayeleri dinlemek isteriz ,yoksa ben soyleydim boyleydimde beni inanclarimdan dolayi ise almadilar oyle olmadi boyle olmadi gibi bayatlamis hikayeleri duymak istemiyoruz.Umit ediyoruz yazarimizda bunca yorumu okuduktan sonra kendince bir elestiri yapacaktir yaptigi ise alma olayi gibi.Cunku kimsenin alninda ben cok inancliyim veya az inancliyim diye yazmiyor. Belki o imtihana girenlerin icinde daha inanclisi vardi ama oncelikle kendine ve diger adaylara olan saygisindan dolayi bu yonunu hic ortaya cikarmamis olamazmi? saygilarimla

    Yanıtla (0) (0)
  • mesut / 03 Şubat 2010 Çarşamba 19:30

    güzel bir yazı .teşekkürler hocam

    Yanıtla (0) (0)
  • Şemsettin Sarı / 03 Şubat 2010 Çarşamba 16:40

    Sevgili hocam.Teheccüd namazındaki safiyane dilekçeden murat;talep edileni Cenabu Hak'dan dilemek/istemek olsa gerek.Biz toplum olarak günü birlik dua etmesini bilmiyoruz.Standard bir dua ezberlemişiz,beş vakitte veya başımız sıkıştığında aynı duayı tekrarlarız.Ama yazınızda konu etiğniz Bilal kardeşimiz mütevaziliğin ötessinde teslimiyetçi bir ruh haliyle canabu Hakk'a dilekçesini sunmuş!Bu kabil bir dilekçe sunmasını bilmeyenler,bırakın güneşi balçıkla sıvamaya ve ökuz altına buzağı aramaya devam etsinler.Allah dilerse onların kalplerine hidayet,basiret ve idrak şuurunu koyar!

    Yanıtla (0) (0)
  • Ömer Lütfi YAZICI / 03 Şubat 2010 Çarşamba 16:20

    Herkes kendi düşüncesini yazıyor, beğenir ya da beğenmezsiniz. Kimse yorumları sıra ile okumak zorunda da değil beğenmediğini okumaz atlarsın. Böyle bir olanak varken kimseyi eleştiremezsiniz tabii.

    Benim dikkatimi çeken yorumcuların çoğunun içerikle ilgili değil, yüzeysel “eline sağlık”, “kalemine gönlüne kuvvet” vs. biçimde konuya yaklaşmasıdır. İslami bilgi ve bilinç’in düzeyi adına ben şahsen bu duruma üzülmekteyim.

    Bir de lütfen bağışlasınlar Sn. MAVORTİ nin uzaktan seyirci gibi davranması da beni şaşırttı. Bakın 21 yorum yazılmış, bu Bilal için sizin diyecek bir şeyiniz yok mu Sn. MAVORTİ? Saygılarımla.

    Yanıtla (0) (0)