SADAKAT, EHLİYET VE LİYAKAT
Mevlâna, Mesnevi’sinde Peygamberimizden küçük bir vaka nakleder:
“ Peygamber Efendimizin sadık dostu olan Bilâl ezan okurken “hayye” kelimesini Habeşli olduğu için Araplar gibi söyleyemez, “heyye” diye okurdu. Sahabeden bazıları Peygamberimize gelerek: Ya Resulallah! İslam binası yeni kurulurken böyle bir hatalı söyleyiş doğru olur mu? Bilâl’den daha düzgün sözlü bir müezzin bulsanız.” dediler.
Peygamber Efendimiz, onların bu söylediklerini beğenmeyip şöyle buyurdular:
“ Allah’ın yanında Bilâl’in “heyye”si, yüzlerce “hayye”den ve böyle dedikodulardan daha iyidir.”
Hepimiz biliyoruz ki köle Bilâl, büyük sınavlardan geçerek Müslüman oldu. Evet, o bir köle idi, zenci idi ve o toplumda bir değeri yoktu. İslâm geldi, köle demedi, zenci demedi ve Bilâl’e kişilik verince, Bilâl’in fıtratı coştu ve İslâm’a teslim oldu.
Doğuştan her insan bir kişilikle doğar. Sonra yaşadığı aile çevresinde, toplumda bu kişiliği ya gelişir ve insanca davranışlar sergiler; ya da kişiliği gelişmez ve insanlığından kaybeder. Bunca yıllık meslek hayatımda çocuklarda, gençlerde şunları gördüm, tecrübe ettim:
Sağlam bir ailede çocuk gelişip büyürse, o çocuk kişilik sahibi olur. Ailede dağınıklık, bilgisizlik varsa, orada büyüyen çocuk da zayıf kişilikli olur. Zaman içinde çocuk çevresinden de etkilenir. Okuduğu okullar, sosyal çevre ona başka deneyler katar. Eğer çocuk, ailesinden sağlam, fıtri bir kişilik almamışsa, okuldan ve sosyal çevreden almış olduğu diğer kazanımları kötü yönde kullanabilir. Bilgi sahibi olsa bile, bu bilgisini zararlı yönde kullanabilir; çünkü yetiştiği toprak mümbit değildir.
Bilâl’in ağzı Arapçaya pek yatkın değildi, ama gönlü İslâm’a yatkındı; Allah’a ve Peygambere bağlı idi. Kapkara yüzünün içinde bembeyaz bir ihlâs /samimiyet yatıyordu. Sözün söyleyiş biçiminden çok, ihlâsla söylenmesi önemliydi ve bu Bilâl’de vardı, onun için o çok kıymetli idi.
Baştakilerin birinci görevi, kendilerine en sadık olanı yanlarına almak olmalıdır. Çok şey biliyor, fakat sadık değilse, ihaneti kaçınılmazdır ve bunun tarihte de günümüzde de örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
Elbette ehliyet ve liyakat önemlidir. Bilâl’in ehliyeti, güzel sese, ezana duyarlı ve ayarlı bir sese sahip olması, liyakati de müezzinliğe uygun olması idi; fakat ezandaki kelimeleri tamtamına doğru çıkarabilmesi gerekli değildi. Başarının temelinde yatan da bunlardı.
Yakın zamanlara bakarsak, Menderes’in özel kalem müdürü, Menderes’in aleyhindeki söylemlerle onun idama gitmesinde önemli rol oynadı. Tayyip Erdoğan’ın yaveri – en yakınında olan kişi- Tayyip Bey’e ihanet etti. Tarihin derinliklerinden ses getiren, Roma Kralı Sezar’ın, en yakınındaki kişi tarafından hançerlendiği zaman söylediği o meşhur “ Sen de mi Brütüs?” sözü asırlar geçmesine rağmen unutulmamıştır.
O zaman “hayye” olacağına “heyye” olur; fakat samimi olursa, amaca ulaşmak kolaylaşır. Ne var ki, dünya hegemonyası insanı aldatabiliyor; çok samimi olarak işe başlayanlar, “dünya nimetleri”ne kavuştuklarında samimiyetlerinin yerini şeytanlık dolduruyor. Hayatta başarılı olmanın şartları çoktur da bunların en önemlilerinin başında denge gelir. Dengesini kaybeden uçurumdan aşağıya doğru yuvarlanmaktan kurtulamaz; bu bir tabiat yasasıdır.
Ayakkabı, ayakla uyum içinde değilse gör o ayağın neler çektiğini. İyi veya kötü, bir devleti yönetenler, kendileriyle uyum içinde olan insanları seçip işin başına koymaları gerekmektedir; başarı da bunun içindedir. Ne var ki, bu uyumun içerisinde de “ehliyet ve liyakat”a önem vermek zorunluluğu vardır. Bilâl hem sadıktı, hem de sesi güzel bir insan olduğu, ehliyeti ve liyakati müezzinliğe layık olduğu için seçildi; köle ve zenci olmasına bakılmadan.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT