Seçimler ve siyaset dizayncıları
Türkiye 1950 yılında çok partili demokrasiye geçiş yaptı. O günden beri bütün çabalamalara rağmen bir türlü parlamenter rejimi yerli yerine oturtamadık.
Bunun sebeplerini demokrat ruhlu, çokluk içerisinde tekliği kurabilmiş Türk milletine yükleme gibi bir hakkımız olamaz. İslamiyet öncesi dönemde Törenin konuştuğu yerde, Hakan susar diyerek demokrasinin zirvelerini adres gösteren bu millet, İslamla müşerref olduktan sonra da Kuran konuştuğu yerde, Sultanlar susar diyerek ruhbanlık sınıfının önünü tıkamıştır. İstiklal harbi sonrasında kurduğumuz milli devletimizin kimyasını da Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyerek statükonun önüne duvarlar örmüşüzdür.
Birbirlerinden zaman ve mekân bakımından çok farklı olan bu üç ana süreçte, temel ilkelerimize sadık kalarak varlık sürdürmüşüz ve hiçbir dönem hiçbir güç bize cesaret edipte çalım satamamıştır. Bizi biz yapan ve insanlığın önüne model toplum olarak çıkaran bu hasletlerimizden kopuş gösterdiğimiz yıllarda ne yazıktır ki tökezlemeye başladık ve bugünkü hallere düşer olduk.
Türkün tarihi serüveninin kodları olarak algıladığımız; töre, Kuran ve millet hâkimiyeti, Viyana bozgunu sonrasında zuhur eden taklitçilik illetiyle milli bünyemizi sürekli olarak kemirmiştir.
Atatürkün ölümünden sonra ülke yönetimini eline alanlar bu temel dinamiklerimizden kopmak bir yana, insanımıza tepeden bakma, aşağı görme, rejimi millete karşı koruma korku ve şüphesi üreten despot bir yönetim tarzını hayata soktular. O gün bu gündür iki Türkiye vardır. Bunlardan birincisi Ankarayı kuşatan, kendilerini millet üstü gören, milletin temel dinamikleriyle açık veya kapalı şekilde kavgalı olan çevrelerdir. İkincisi ise, etinden tırnağından arttırdıklarıyla Ankarada oturanları besleyen, onları devlet babanın sahibi olarak tahtların en yükseğine oturtup kendisi adına çok şeyler bekleyen ve bir türlü beklentilerine karşılık bulamayan millet çoğunluğu. İşte bu iki Türkiye kıskacında sıkışan Türk siyaseti, her dönem Ankara parkını işgal edenlerle, Anadolu insanı arasında bir birinden çok farklı siyasi ilişkileri geliştirmiştir. Parlamenter demokrasimiz bu dönemde liderler sultasının oyuncağına dönüşmüş, milletin iradesi her seçimde biraz yönlendirilerek, biraz da korku değneği gösterilerek sürekli olarak dizayn edilmek istenmiştir.
Dış güçlerin ve onların içimizdeki ayaklarının muhabbet duyduğu veya bir tür ilişki içerisinde oldukları çevreler mevcut statükocu yapıyı sürekli olarak güçlendirmiş, neticesinde de parlamenter demokrasimiz cici demokrasi çizgisinin ötelerine geçememiştir. Millet üzerinde hesap yapan siyaset mühendisleri zamana ve zemine göre metotlar geliştirmiş ve milletimizi kandırmak için akla hayale gelmez yalanlardan oluşan bir siyaset dili geliştirilmiştir. Genç demokrasimize baktığımız zaman birkaç ismi sürekli olarak görmekteyiz. Bu isimleri burada tekrar edip bu şişirme kahramanların reklâmcısı olmak istemiyorum. Tarih onları kayda almış, yüce yaradan her şeyi görmüş, şükürler olsun ki millet evlatları da uyanmıştır. Zamanımızın en büyük seçim hilelerinden birisi de şu kamuoyu yoklamaları denilen pis ve kirli tuzaktır. Dürüstçe yapılan kamuoyu yoklamalarını bu ayrıntının dışında tutmak lazım derken, bir birleriyle ciddi anlamda çelişen kamuoyu yoklamalarını gördükçe bu alanda birden çok şeytan değirmeninin döndüğüne hükmediyoruz. Bir taraftan suni birleşmeler, diğer bir yanda kirli tuzaklar sonucu bir birinden koparılan siyasiler hepsi oynanmak istenilen oyunun figüranlığını yapmaktadırlar. Bugün Türkiyede birileri ilimli İslam, dinler arası diyalog, küreselleşme, özelleştirme gibi şeytanı tuzaklarla millet hafızasını kirletirken, başka birileri de hiçbir zaman altına gölgelenmediği, daha dün bez paçavrası deyip hakaret ettiği Türk Bayrağının gölgesinde seçmen hırsızlığına soyunabilmektedir. Bugünkü siyaset fotoğrafımızdaki bu renk ayrıntıları milletin taleplerinden, yanı tabandan gelişen dalgalar sonucu olmamakta, Ankara parkını ele geçirmek isteyen çevrelerin siyaset mühendisliği sayesinde gündem olabilmektedir. Kamuoyu yoklamalarının birçoğunun siyaset tüccarlarının oyunu olduğunun, seçmeni yönlendirmeyi hedeflediklerinin, bunun da milleti koyun yerine koymak olduğunun altını kalın çizgilerle çizmek isterim. Bu ahlaken ve hukuken suç olduğu kadar dinen de günahtır.
Bir bireyi olduğum için onur ve gurur duyduğum Türk milleti bu oyunları fark etmiş, önümüzdeki seçimde bu çirkin oyunları bozma basiretini ortaya koyacaktır. Türk siyaseti bir yol ayrımına gelmiş bulunmaktadır. Yollar ikidir. Üçüncü başka bir yol kalmamıştır. Bu yollardan birincisi, ya teslimiyetçi politikalara onay verip tarihi yolculuğumuzu sona erdireceğiz, ya da milli duruşumuzu ortaya koyup ebediyete kadar var olmaya devam edeceğiz. Bu iki tercihin dışında başka tercihleri milletin önüne koyma gayreti içerisinde olanlar ya kördürler, gerçekleri göremiyorlar, ya da kötü niyetlilerin oyunlarının bir parçası durumundadırlar.
23 Temmuz sabahı büyük Türk milleti belki de tarihinin en önemli kararını verecektir. Ben milletimin sağ duysuna ve milli hislerine son derece güveniyorum. Doğruyu ve hak olanı yapacağına inanıyorum. İnşallah seçimlere kadar bir kaza ve belayla karşılaşmayız. Sağlıcakla kalın saygıdeğer okuyucularım.
YAZIYA YORUM KAT