Giderken son bir defa daha bakmıştın arkana, ürkek ve utangaç.
Gözlerinden hicran dökülüyordu. Bütün geçmişini, bakışlarının flaş diskinde eritmiş gibiydin; çünkü sevgiliydin.
Sevgili, bir ömür boyunca bir kere kendisine rastlanılan, uğrunda dağlar delinen, canlar feda edilen bir Anka kuşu gibidir, gizemini hep içinde saklar. Serap gibidir, yaklaştıkça uzaklaşır ve vuslatı mümkün olmaz. Sevgiliye giden yolda nice yüreklere rastlanır, ah u vah içinde, titrek. Sevgili, gönül telini titretendir ve çıkan nağmelerle ciğerdelendir.
Giderken sağ elini hafifçe kaldırdın ve yavaşça salladın durdun. Son selamın mıydı, anlayamadım. Dünyam sallandı; biliyor musun, uzun zaman kendime gelemedim. Ayaklarını kumlara yavaşça değdirirken, taşların neden kum haline geldiğini daha iyi anladım. Hangi sevgili ayağını taşa değdirir de taş çatlamaz? Dünyada sevginin çatlatamayacağı bir nesne var mıdır, bilmiyorum. Her kum taneciğinde, yere düşen ve çarpan kalplerin sesini duydukça beynim zonkluyor, yüreğim hopluyor.
Hele o denizden esen akşam esintisinin saçlarını dalgalandırması yok muydu? Yüzüne yansıyan bakır rengi ve denizin koyu maviliğiyle gidişin bir anafor oluşturdu ki, içinde sürüklenen bendim. Aşkın bir adının da “sürükleyen” olduğunu aha şimdi can havliyle öğrendim. Can kıyıya vurmadan aşk ağa tutulmuyor.
Giderken dudakların kıpırdıyordu. Söyleyemediklerini mi fısıldıyordun? Aşk, kelimesiz kitap mıdır? Kaç kitap yazmıştık, hatırlıyor musun? Bu kitapların bütün harfleri özeldi. Bir elif vardı başında ve ondan sonrasında şekil şekil, ruh ruh hep sen doldurmuştun satırları. Bundandır ki âşık olmayanlar bu kitabı okuyamazlar. Her soluğun bir harfti, ondan sonsuzluğa tırmanan yollar vardı. Sevgili, yollarım vurgun yedi, sen gideli. Sen gideli ruh vatanım tarumar.
Ben sana vatandım, sen bana gurbet. Gurbetimi uzattın, vatanım öksüz.
Giderken, dalgalar kıyıyı yalıyor ve sana ağıt yakıyordu. Bütün balıkların selamını sana iletiyordu. O an denizkızı gibiydin, şekilden şekle bürünüyordun. Seni tanımakta zorlanıyordum. Sevgili giderken ışıklar mı kararırdı yoksa güneş mi ağlardı? Sevgili giderken, gökyüzünden yeryüzüne bir kara damla inermiş ve âşıkların kalplerinde yurt edinirmiş. Kara sevda buna mı derlermiş, bilemem, ama her yer kapkaranlık!
Sen giderken, denizden gökyüzüne doğru martılar havalanıyordu. Artık balıkla beslenmemeye ant içiyorlardı. Âşıkların ters istikametteki adımlarını gören martılar, kendilerine gökyüzünü vatan seçiyorlardı. Havayla beslenecekler ve denize hiç inmeyeceklerdi, küsmüşlerdi. Aşığı yeryüzüne indiren tek şey, onun ölümüdür. Oysa âşıklar ölmez ki! Âşıkların vatanı yeryüzü değil ki.
Giderken, bir damla yaş düşürdün gözünden. O yaş kumlara karıştı, aş oldu kumlar. Âşıklar bundandır dünya nimetlerine meyletmezler; kum-aştan yerler, deniz suyu içerler; içtikçe susar, susadıkça içerler ve hiç kanmazlar. Âşıkların divaneliği bundandır.
Sevgili, sen giderken Allahaısmarladık, dedin ya, Allah’a ısmarlanan hangi şey kaybolmuş ki, ben kaybolayım?
Aşk, Allah’a ısmarlanmakla yola koyulur ve artık hiç soluklanmadan yürür yürür, sevgiliyle bir oluncaya dek; çünkü aşk tek kişiliktir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci