Kırda oturan bir adamın ayağını köpek ısırdı. Adamın ayağı şiddetli bir şekilde acıdı. Biçare adam gece ayağının acısından uyuyamadı. Adamın bir küçük kızı vardı. Kız, babasının haline acıyarak, biraz sertçe:
“Babacığım, senin dişin yok muydu? Sen de onun ayağını ısırsaydın ya!” dedi.
Adamcağız ayağının acısından ağlayacakken gülümsedi:
“A benim güzel kızım, elbette benim de dişim vardı, fakat ağzımın, dişimin köpeğe dokunmasına gönlüm razı olmadı. Ben de nasıl köpeklik yapsam, kızım?”
Meydanda, çarşıda, pazarda, hayatın içinde türlü türlü insanlar, insan görünümlü “mahlûk”lar vardır. Bütün bunların arasında gezinip tozmak, bunlarla teşriki mesaide bulunmak kolay değildir ve insan sarrafı olmak gerekir ki, köpek olanlarla insan olanları ayırabilesin.
Mevlâna’nın bir sözü vardır, tam da bunun üzerine oturuyor:
“Köpek ısırdı beni, ben onu ısıramazdım; ben insanım, dudağımı ısırdım!”
Sokakta, çarşıda, pazarda gezinirken, dudağı tüylü insanlardan uzak durmak gerekir; onlar ısırıcı köpek huyludurlar, bunun için dudakları tüylüdür. Fakat dudakları kanamalı olanları görürseniz, onlarla dostluk kurabilirsiniz; çünkü onlar acıdan kendi dudaklarını ısıranlardır, yani insandırlar.
Gerçek manada insan olabilmek ve hele de insan kalabilmek en derin bir sanattır. İnsan kalabilmek için beşikten mezara kadar doğru bir yolun yorulmaz bir yolcusu olmak gerekir.
Gönüllerindeki güneşi yakamayan insanlar, aya çıkmakla, güneşi keşfetmekle içlerindeki karanlığı yok edemezler.
Sen insan olursan, olmamışlar senin semtine uğrayamaz.
Hayatın içinde birçok olaylara tanıklık ediyorsunuz; insanlar arasında küsmeler, kavgalar, barışlar gibi. Köpek tıynetinde olanların hırlaşması bitmez, tükenmez; fakat insanlık ruhu taşıyanlar halden anlar, onların kavgaları da barış doğurur. Nefislerini öne çıkaranlar birbirlerini kıyıcı, ruhlarını kılavuz edinenler ise birbirlerini destekleyicidir.
Gönül Musa’dır, nefis Firavun. Gönül yurdunda yağmur yağmadıkça gözler yaşarmaz.
İnsan, imanla bütünleşmiş en muhteşem varlıktır; işte bunun sesi vadileri tutar.
Bir insan düşünelim; çölde susuz kalmış, dudakları susuzluktan şerhe şerha çatlamış ve ölüm sınırına yaklaşmış. Bu insanın bütün düşüncesi, hayali bir pınarın başında olmak ve ağzını musluğa dayayıp kendinden geçmektir. Çünkü çölde katar katar altından bir bardak su daha kıymetlidir. Çölde su hayattır ve hayattan da daha kıymetli dünyevi bir şey yoktur. Sonsuz hayatını düşünemeyen ve ona göre “değer” üretemeyen insandan daha cahil ve duygusuz kim olabilir?
Yaşarken de bir insanın düşüncesi, hayali, hakikat çeşmesinin musluğuna ruh ağzını dayamak ve insanlık suyunu kana kana içmek olmalıdır.
Sen gül olsan da düşmanının gözünde diken görünürsün; fakat gül olmaktan da vaz geçme, bakarsın bülbül çıkıverir.
Cahil, anlamaz vahşilik ile sana kabalık yaparsa, akıllı olan onun gönlünü yapar. Gönül ustalarıdır, hayata anlam katan ve onu güzelleştiren insanlar.
Dostlar, ayıplarımızı çoğu zaman hüner görürler. Oysa düşman, ayıplarını yüzüne vurur, sen de kusurlarını öğrenirsin. Köpek ısırmasaydı acının nasıl bir şey olduğunu bilemezdin. Eğer bu acılar senin ruhunu demliyorsa köpeğe minnet duy! Çay bile iyi dem almazsa acı tat verir. Ya insan, İslam ile demlenmeden nasıl leziz bir tat verir?
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci