İstanbul camilerinin konumları söz konusu olduğu yerde ilk akla gelenlerden biri, Üsküdar Mihrimah Sultan camii olur. Çünkü onu öne çıkaran bazı önemli özellikleri var. Bu özelliklerin bazıları, hem önemli bir enerji merkezinde olması hem de İstanbul boğazına panoramik bakış açısına sahip olmasıyla dünyanın en güzel manzarasının karşısında yer almasıdır. Pandemi dahil bu caminin avlusunda gece gündüz hiç bir zaman insan eksik olmaz.
Namazımı genelde ayrı camilerde kılma alışkanlığım olsa da hemen hemen her gün ya yanından geçerim ya da avlusundan. Birçok tanıdığa rastlar, selamlaşırız. Bazen de kısa sohbetlere takıldığımız olur. Bu gün, din, Müslümanlar ve Müslümanlıkla ilgili her şeye alerjisi olduğunu sandığım bir dostumu cami avlusunda görünce dikkatimi çekti. Her ne kadar sağ veya solculuk gibi uçlara itilmek bana göre olmadığını söylesem de beni bir uçta göstermesini engelleyemedim. Fikirlerimiz, dini ve milli konularda farklı bakış açılarımızla sağcılık solculuk gibi karşı uçların ideolojik etiketlerinden kurtulamadık. Üst düzey yöneticilikten emekli olan bu dostum; 'karşıdaki kişi ne kadar zıt fikirde olursa olsun onunla yine de dost olabiliyorsan insansın' sözüne uygun davranan, anlayışla iletişim kurabilen değerli bir şahsiyet olduğunu çevremizdekilerin çoğu bilir. Fakat yanında ikimizin de yakından tanıdığı... Kendini ülkücü addeden ama bu kavramın içini gerçek bir ülkücü gibi dolduracak bilgiye sahip olmayan... Olayların yüzeyselliğini aşamayan... Sadece sembollerle bile bilinci yönlendirilebilecek kadar cahil ve cahilliğini filozofluk gibi gören... Aileden gelen zenginliği olmasa toplumda bir milim yer bulamayacak kadar iletişim eksikliği yaşayan birini görünce, ikimiz de sustuk. Değil şaka yapmak, şakaya benzer bir davranışın bile ona fırsat vereceği düşüncesi ile bu tavrı takındık.
Kalabalık sayılmayan ortamın içinden biri; Müslümanların ilk kıblesini ele geçiriyorlar... Şeytani sistemi yakında Müslümanlara kendi şeytaniliğini kıble yapacak. Farkında olmadan zalimlere secde edilecek dediğinde bizimki, cevap vermek üzere o sese döndü. Fakat bu yüzeysel sığ zihniyetli kişi buna fırsat vermeden devreye girdi. Laf olsun torba dolsun cinsteen... Ve Müslümanlar yabancıya kız vermediler. Peygamberin kızı bir halifeye, halifenin kızları peygambere diye siyonizmin, satanizmin, ateizm gibi Müslüman düşmanlarının kurduğu sitelerden alınma, derinliği olmayan, algı yönlendirme ile ilintili konuya alakalı olmayan söylemlerle söze girince darlandı. La hevle çeker gibi, sessizliğini kontrol etmekte zorlandığını belli etmeden yüzünü ondan çevirdi.
Daha önce islami olan her şeye protest tavır takınan bu dostumun bakışı zaten başlı başına cevap gibi olmuştu. O cevabı,sözü söyleyenden başka herkes anlamıştı. Dostum,benim anladığımı belli eden bir bakışla,böyle bir lafa cevap vermemek, cevap vermekten daha iyidir der gibi yüzüme baktı. Kalabalığın içinden genç biri,bir müslüman olarak Filistindeki İsrail zülmüne üzülüyorum...Yapılabilecek ihtimaller konusunda da aklıma çok şey geliyor ama içimizdeki bu zihniyetlere karşı ne yapabileceğim konusunda söyleyecek bir şey bulamıyorum dediğinde,bir tartışmadır başladı.
Bizimkisi, bilinci düşük bu gevezeye, tepkisini belli etmese de hedefi belli konuşmayla devreye girdi. Sakin,kibar ve sözlü tacizin ustalığı...İğneleyici tarzın profesyönelliği... İstediği zehiri istediği kişiliğe şırınga edebilme yeteneğiyle... Acıtsa bile güldürebilen tarzıyla,arada bir-kendi cehaletini filozofluk gören- bu googl filozofuna da bakarak-Çevresinde,İsraili savunmadan filistinlleri yeren konuşanları da içerecek biçimde başladı konuşmaya... Birçok konunun kökenselliğine değinmeye başlamıştı ki,yavaş yavaş yanımıza gelen,yaşı seksen doksan civarında karadenizli bir adam,sözlerin başını sonunu dinlemeden,elindeki bastonu insanlara dokunarak yolunu açtıktan sonra bizim adamın önüne dikildi. Hemen sonra diğer insanlara dönerek;habu gavurmidur, dediğinde... Bizimki başını yamultarak Syine susmayı tercih etti. Ortalığı belirsiz bir suskunluk kaplayınca girdim koluna. Gerilen atmosferden birlikte uzaklaştık.
Hayli uzaklaştıktan sonra dedim ki, pek konuşmazdın sana ne oldu... Hayırdır,bu günkü sen sen değilsin. Bu gün ya içinde de başka biri var ya da sende bir hal var...İnsan kısa zamanda zihinsel olarak bu kadar radikal bir değişime uğrayabileceğini sanmıyorum. Bu ne hal,senin söylemlerini ben söylemiş olsam ilk karşıma dikilen sen olurdun.Ne oldu sana? Evrim mi geçirdin?
-Bırak kardeşim bu işleri...Bu işin sağcılığı solculuğu olmaz.Uyanan ve uyuyan diye bakamazsan şeytani zihniyetin kölesi olmaya devam edersin. Ne demek istediğin anlasam da dinlemeye devam edince konuşmasını sürdürdü...İdeolojik uçlara itilip de her iki tarafta ters köşeye yatmayan var mı? Yıllardır hepimizi yanılsama mağarasından çıkmamamız için gölgelerin yanılsamalarıyla oyalamadılar mı? Yanılsama mağarasından çıkanları düşman gibi göstermediler mi?. Ayırt edici davrananların arkalarına istedikleri çirkinliğin damgasını vurmadılar mı? Yanılsamanın örgütlü elemanları yıllardır milletin kafasına ne çaktıysa o hakikat, hakikatler yalan bilinmedi mi? Zihinsel mağaraya hapsedilenler gölgelerine nasıl kilitlendiklerini fark edemedin mi. Dışarıda daha geniş ve aydınlık bir dünya olduğunu... Bağlı olduğunuz (zihinsel) zincirlerinizden kurtulun... Mağaranın yanıltıcı bilgilerine ait bilmenin üstünde daha iyi bilme var diyenlerin duyulmamasını engellemediler mi? Hakikata saldırtıp yalanla dans edenler doğruyla alay etmediler mi? Farkında değilmisin? Aklının yanına mantık koy da olayların derinliğine bir bak bakalım neler göreceksin? Başka ne söylememi istersin?
Hiç cevap vermedim ama iyi bir dinleyici olduğumu belli edince devam etti.
İletişim çağındayız değil mi? Hatta iletişimin güçlü bir silaha dönüştüğü dönemde. Bu dönem kritik dönem ama yine de insanların bir birinden en fazla ayıran dönemdir. İnsanların en fazla bir birinden uzaklaştığı dönem de,hakikat ve yanılsama savaşının en belirgin özelliklerinin görülebileceği dönem de bu dönemdir..Bu dönem,yanılsama ve hakikat savaşında hangi akla hizmet edilmesi gerektiğinin kararının verilmesi gereken dönemdir de aynı zamanda.Çünkü kim hangi akla hizmet ettiğini bilmeyenlerin kaybedeceği dönemdir.
Evet,evet,iletişimin güçlü bir silaha dönüştüğü dönem ama içi boş, magazin kültürü pompalayan bir iletişim değil tabi.Bilgiyi belli merkezlerde toplayan...Zihnini kendi eliyle sistemli biçimde şekillendirdiği kişilere aktaran...Bilgili ama özgür iradeleri ipotekli kişilerle dünyayı görünmez bir ağ ile saran... Gizli,sinsi yapılanmalarla makamları ve imkanların tamamını ele geçirenlerin iletişimini düşün. Sonra da dünya kamuoyunun algısını...
Yani,dünyanın ruhunu karartanlar var öyle mi dediğimde; bu işlerin yeni olmadığını... Tanzimat,meşrutiyet ve cumhuriyet dönemleriyle hangi aşamalara getirildiğini... İnsan bilincini etkileyen ve insanlığın temel motivasyonuna ait;bilim,sanat,felsefe,din ve politika gibi en az temel unsurlar kadar gerekli olan bu yolların tamamına nasıl ele geçirdiklerini...İleri iletişimin teknikleri ile yalanı gerçek,gerçeği yalan diye dünya kamuoyunun bilincine nasıl kodladıklarını... Oluşturdukları algı ile mazlümları düşman, zalimler dost gibi nasıl gösterdiklerini...Dünyadaki bütün inanç ve tarikat sistemlerini ele geçirerek dünyanın ruhunu nasıl karattıklarını...Dünya milletlerinin değerlerine nasıl bürünüp donanımlı olduklarını...Farklı milletlerin inançlarıyla ve bu inanca ait isimlere sahip kimliklere nasıl sahip olduklarını...Ve bunlarla bütün sistemlerin içine nasıl sızdıklarını...Ülkelerin eğitim sistemlerini nasıl kontrol ettiklerini...Yüksekokullara giden bütün yolları nasıl kontrolleri altında aldıklarını... Dualitenin her iki ucunu nasıl ellerine aldıklarını...Karşıt gurupların ve her iki gurup arasında uzlaşmacı görünenlerin de bunların kontrolünde olduğunu...Dünyanın her yerinde sivil toplum örgütlerine nasıl etkin biçimde var olduklarını tek tek anlatacak değilim her halde.Sen bunları düşünemiyorsun dediğim de yok ama olaylara bu minvalden bak işte...Daha ne diyeyim...
Sadece hayret diyebildim...Ne sandın? Zihinsel saldırıya uğrayan milletin hiyerarşisinde herkesin harabeye döndüğünü mü sandın...Harabat ehlini hor görme şakir,defineye malik viraneler var özdeyişini unuttun mu yoksa?Vay be...Gerçekten de uyanmanın sağı solu ortası yanı yokmuş değil mi dediğimde...Uyandıranları duyabilirsen öyle diyerek; Üstad Sezai Karakoç'un;İsrail gücünü ve cesaretini müslümanların dağınıklığından alıyor demişti ya...Eee... Sadece filistin değil,dünya siyonizmin işgali altındadır. Sadece bizim ülkemizde değil,dünyadaki ülkelere ait sistemlerin çoğunun özü ele geçirilmiş.Büyük ve güçlü bildiğiniz ülkelerin hepsi zihinsel olarak esirdir. İsrail'in içi dahil hepsinin en derinlerinde siyonizmi destekleyen zihniyet var dedi.
Zayıf biri olsam bu anlattıklarından sonra umudum kırılmış,teslimiyetçi bir zihine kapılmıştım olabilirdim herhalde.Anlatttıklarını duyan umutsuzluğa kapılmaz mı?İnşirah süresinde,her zorluğun bir kolaylığı vardır diyor Allah ayetinde.İnanan insn umutsu ve çaresiz değildir. Daha algılanabilir olması için şunu söylememde fayda var. ikiyüz elli yıldır başlayan.. Daha sonra "bu ülkede hesapladıkları senelerin sonunda bir tane müslüman bırakmamak üzere hesaplaıkları planları uyguladılar.Belli sürede bir tek müslüman bırakmamak üzere projeler her aşamasında uygulandı ama Allah öyle bir Allah ki,Hz. Musa'yı bitirmek için binlerce çocuğu kesen, katliam yapan insanlar varken katliamın baş mimarının kucağında musayı kuş sütü ile besletti."Umutsuzluk yürekli insanların ne de inanan insanların işi değildir dedi.Cevabım mı? Sadece vay be oldu. Sevgi ve saygılarımla.