Derûnumda harf harf ateş toplarken, tanıdık bir kıvılcımla kalbimi tutuşturan el! Biliyorum ki, "harflerimin kül renkli özgeçmişi"nde senin de adın okunuyor. Gök şöleninde "Havva" nidâsını duymasaydın, bu feryadın bana niçin ve nasıl ulaşsındı?
Harfler, gönül imalâthanesinde aşk ateşiyle pişip, söz ormanına ekilmişse, oradaki cümleleri ancak aslanlar devşirir. Zaten o harflerden aslandan başka anlayan da bulunmaz. Eğer harfler, şehvet bataklığında iğdiş edilerek dünyaya salıverilmişse, işte onlar yürek vurucu, gönül dağlayıcı ve hakiki mânâda öldürücüdür. Ve alıcıları da akreplerdir, yılanlardır; vahşi tabiatlı varlıklardır.
Güzelliğin vatanı olduğu gibi, şehvetin, vahşetin de yurdu vardır elbet. Güzelliğin vatanı gönül Medine'sidir ve orda Muhammedî güller açar. Harflerle gül kokusunu gönlüme saçan el! Mânâ yüklü satırların, atomdan daha şiddetli olduğunu biliyor musun? Hangi tecâhül-i ârifin şifresinde saklanıyorsun? Vahşetin yurdu ise şehvet mısırıdır ki, orada firavun zakkumları boy verir.
Medine gülistanında, Muhammedî ruha bürünüp, içimde inleyen harflerin, yüzümün ince liflerinde sırlara bürünüp yürürken, sırrıma agâh olan gönül! Âdem’in yalnızlığındaki gözyaşlarının bir sırrı yok muydu? Her gözyaşı, Havva'ya sunulan bir harf değil miydi? Havva, bu harflerle okumamış mıydı kendini? Âdem, bu gözyaşlarıyla can yurdunda Havva'yı demlemiyor muydu? Bana sunduğun kadeh bu değil midir?
Mutlak Sevgili'den başkasına gönlünü açmayan erkeklerin gözlerinden imbik imbik Havva damlar. Havva gâh gülizarda güldür, kitapta harftir, kelimedir; gâh pınardır, denizdir. Hangi damlayı deniz boğmuştur? Âdem, Havva'nın limanı olmuştur. Havva hayattır, Hayy olanın sırrıdır.
İnsanın ağzından dökülen harfler, can yurdunun elçileri değilse eğer, onlar onun "veled-i zinası"dır. Kulaklarda hayâ kilidi varsa "nesebi gayr-ı sahih" harflerden oluşan kelimeler, kulaklardan içeri girip kalbi zedeleyemez. Fakat gönül yurdu şehvetten, haramdan vurgun yemişse, orada, yalan imparatorluk kurar. Yalan imparatorluğunda gönül yetişmez ki, orada aşk filiz versin. Gönül, medeniyetin çocuğudur; oraya Medine kapısından girilir. Bunun için Batı'da gönül yetişmez, çünkü batının Medine’si yoktur.
Âlemde insan her şeyden etkilenir, fakat etkilendiği şeylerin tıpkısı değildir. Elma yedim, elma olmadım. Kuzu yedim, kuzu değilim; ancak elma da kuzu da bende cana dönüştü. Bir karıncanın izi bazen insanın sonsuzluğuna köprü olmaz mı?
İçimde yatan harfleri çoğu zaman çığlıklar bile uyandıramaz, ama bir kalbin can eriten, ciğerdelen nâlesi onlara aşk elbisesi giydirebilir. Aşk meydanında hudut yoktur ki, harfleri tutabilesin. O meydana giren kurşunu yer ve nefsini öldürerek (ıslah ederek) ebediyyen dirilir.
"Kendi teessürlerinizin size yanlış okutması değil", inleyişinizin temelinde, bu meydanın mensubu olmak yatmaktadır. Yaralarınız derindir, ama her yaranız gönlünüze yol açmıştır. Hüznü anlayanın başka bir şey anlamaya ihtiyacı var mıdır? Hüznün kimlik cüzdanından Muhammedî nûr yansır. Hüzün, insanın canından cânanına, cânanından canına tuttuğu aynadır, orada yalnızca yokluğun AŞK denilen sırrı gözükür.
Cemil Meriç merhum, "Altını hiç sevmedim; çünkü onun mazisi kirli; onun için savaşlar olmuş, kan dökülmüştür. Fakat cam öyle mi, bir kalbi var, kırılıverir" der. Elmas, kömürün çilesi, kristal kumun. Kömür, çilenin tezgâhında pişerek böylesine değer kazanabiliyor da, insan AŞK çilesi çekerek, kalbini, Rabbinin yansıdığı bir nûr yumağı haline getiremez mi? İşte o zaman hayat anlam kazanır, her şey yerli yerine oturur.
Hayatından "Hû"yu kovan insanlar huzur arıyorlar. Huzurun "Hû"su kovulunca, geriye yalnız "zur" kalır ki, onun da hiçbir anlamı yoktur.
Bütün bunlar "hüzünlü" bir gönül için. Bize ayna tutana biz can tutarız. Bu canda yalnızca Sevgililer Sevgilisi'nin kokusu tüter.
Ağlayan harflerin her birinin ayrı bir âlem olarak karşımıza çıkacak olduğu güne selâm olsun.
Ve selâm, kalbini sevgiye açık tutanlara olsun
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci