ADALET, ALLAH’IN KURMUŞ OLDUĞU SİSTEMİN ADIDIR

D. Ali TAŞÇI


    Son zamanlarda “göçmenler” konusu çok gündeme geldi. Buna ışık tutacak bir hikâye olduğundan paylaşmak istedim. Yaşanmış olup olmamasının öneminden çok, zihinlerde ve halk anlayışında yer etmesidir önemli olan. Hikâye şöyle:
    Abbasiler zamanında ve Harun Reşit devrinde yaşadığı ve onun üvey kardeşi olduğu söylenen Behlûl Dânâ adında yarı meczup olan bir “Allah adamı” vardır. Halife Harun Reşit, bütün gayri müslimlerin ya Müslüman olmalarını ya da Abbasi ülkesini terk edip gitmelerini ister. Bu fikrini bir fermanla bütün eyaletlere duyurmak üzeredir. Hiç kimse halifeyi bu fikrinden caydıramaz. Behlûl bunu her nasılsa öğrenir. Halifenin maiyetiyle birlikte namaz kılacağı sarayın mescidine gider, mihraba geçer, oturur. Behlûl imamlık edecektir. 
    Behlûl “Allahuekber” der ve namaza başlar. Fakat Fatiha’ya başladığında “Elhamdü lillahi Rabbil âlemin- Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.” Ayetinin yerine, “Elhamdü lillahi Rabbil Müslimin- Müslümanların Rabbi olan Allah’a hamd olsun.” diye okumaya başlar. Halife ile diğer cemaat onu düzeltmeye çalışırlar, o yine aynı şekilde okumaya devam eder. Sonunda namaz da bozulur. O Zaman Behlûl, halifeye döner:
    “Mademki; Rabbil-âlemin- âlemlerin Rabbi- olduğunu biliyorsun, niçin Allah’ın kullarına ayrı muamele ediyorsun? “der. Bunun üzerine halife yanlış yolda olduğunu anlar ve fikrinden cayar. Liderleri her ne kadar kendi çapları başarılı veya başarısız konuma getirirse de, asıl onları yükselten de alçaltan da danışmanlarıdır. Tarihte bunun örnekleri çoktur.
    Kaldı ki, bize sığınan göçmenlerin büyük çoğunluğu din kardeşlerimizdir. 
    Hiç şüphesiz böyle bir olayın olup olmamasından çok, bunun anlatılagelmesi önemlidir; çünkü bu, yaşayan inancın bir tazahürüdür. Bugün çaresiz kalıp bize sığınanların içerisinde mikroplar olabilir; fakat tümüyle bu çaresiz insanlara düşmanca tavır geliştirmek, onları kovmak, ne tarihimizde vardır ne de inançlarımızda mevcuttur. Kaldı ki Anadolu, dünyada bozgunu yaşayan insanların son sığınağı olmuştur. Doktor gibi, hastaya değil, mikroba düşman olmak gerekir. İyi doktorluk yapabilirsek, onları mikroplarından arındırabiliriz.
    Zaman içinde değişen şeyler vardır, değişmeyen şeyler vardır. Mesela, insan vücudu değişmez, ama o vücudu tedavi edecek yöntemler, ilaçlar değişir. Bunun gibi, toprak, su, hava ve ateş değişmez; fakat bunlardan elde edilecek olan şeyler değişir.
    Ölüm değişmeyecektir; her canlı mutlaka ölümü tadacaktır ve insan, ölüm sonrasında hesaba çekilecektir. Kim bu inancın yerleşmesine karşı çıkıyorsa (çıktıysa) o, ebedi bir azaba mahküm edilecektir; çünkü Allah’ın kurduğu sisteme ters hareket etmiştir. 
    Adalet, kâinatı Yaratan’ın kurmuş olduğu sistemin adıdır. Bu sisteme karşı çıkmak demek, doğru yoldan sapmak demektir. Yoldan sapan araç uçuruma yuvarlanır. Her eylem, bir sonuca götürür; insan, eyleminin doğurduğu sonuçla mutlaka karşılaşacaktır ve bunun bedelini ödeyecektir.
    İslam inancı, Âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından insanlara bir nimet olarak sunulmuştur. Müslümanlar bunu, Yahudiler gibi Tanrı’yı kendi ırklarının milli ilahı saymazlar, kendilerine Yahova’nın öz evlatları, diğer milletlere de üvey evlatları gözüyle bakmazlar. Müslümanlar, Allah’a, bütün insanların, bütün canlıların ve bütün âlemlerin müşterek Allah’ı olarak inanırlar. Böyle olmasına rağmen hâlâ Hıristiyanlar, Müslümanları “mefisto- şeytan” olarak görmeye devam ediyor. 
    Lozan’da, zayıf düşen Müslümanları “ehli küffar” yedi, yemeye çalıştı. Ruhu sökülmüş bir ülke haline getirdiler. Bugün yaşadığımız kuşatılmışlığın temelinde, (resmi tarihler neyi, nasıl anlatırsa anlatsın) “Lozan diktesi” yatmaktadır. Belki gücümüz yoktu, yenilmiştik; fakat hâlâ secdelerimizin derinliğine ve derununa varamamanın acısını hissediyoruz. Yanlış yola binerek hedefe varılamaz. Simurg’a varmak için Kafdağı’na ulaşmak gerek. Bizde o bilgi ve çileye katlanma gücü var mıdır? Varsa önümüz çok aydınlık, inşallah vardır. Yol ve yoldakiler bize engel olmaz, nefsimiz ilahlığa kalkışmaz inşallah. 
    Müslüman, doktor gibi, hastaya değil, hastalığa, mikroba düşman olmalıdır. Beşeri sistemlerin, düzenlerin hepsi mikrop hükmündedir; hasta olmayan mı var? 
    “Yunus’a Hak açtı kapu,
    Yunus Hakk’a kıldı tapu
    Bâki devlet benimkiymiş,
    Ben kul iken sultan oldum.”
(Yunus Emre)
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci