Hz. Mevlana, Mesnevi’sinde güzel bir hikâye anlatır. Kısaca özetleyelim:
“Birisi güzel koku satanların çarşısına varınca kendinden geçti, yere düştü, bayıldı. Güzel koku, adamın başını döndürdü, olduğu yerde yığılıp kaldı. Halk onun başına toplandı, derdine derman aramaya başladı. Kimi nabzını tutuyor, kimi de adamın yüzüne gül suyu serpiyordu. Bilmiyordu ki, onun başına ne geldi ise gül suyundan geldi.
O düşüp bayılan debbağın (Derileri terbiye eden kişi) erkek kardeşi koşarak yanına geldi. “Ben onun neden bayıldığını biliyorum, sebep bilinince iyileştirmek kolaydır.”diyerek, yerde bulunan köpek pisliğini burnuna dayadı. “Şu köpek pisliğinin kokusu, onun beynine, damarlarına, iliğine kat kat olarak işlemiştir. Çünkü o rızkını elde etmek için her gün sabahtan akşamlara kadar pisliğe gömülmüş olarak, pis kokular içinde debbağlık yapmaktadır.” Biraz sonra baygın adam kendine geliyor.”
“Ata et, ite ot yedirmek” diye bir tabir vardır. Ne zahmetler, sıkıntılar çekeriz, insanları eğitmek, onlara laf anlatmak için. Bilmeyiz ki insanların çoğu gül suyunun kokusundan bayılıyor.
Gül, “Muhammed”i (AS) simgeler. Bilirim, sen ona canını verirsin; ama Ebu Cehil nasıl dayansın onun kokusuna?
Bir gün, Efendimiz (AS), Ashab-ı Kiramla oturuyorlar. Ebu Cehil çıkagelir, Peygamberimize bakar bakar ve yüzünde cehennem alevleri estirerek: “Ya Muhammed! Sen ne çirkin adamsın, seni hiç sevmiyorum!”der. Ashab-ı Kiramın morali bozuluyor; ama Peygamber (AS) Efendimiz her zamanki mütebessim hali ile Ebu Cehil’e: “Doğru söylüyorsun” deyince, Ashab susuyor.
Aradan az bir zaman geçiyor, Ebu Bekir beliriyor ileride ve neşe içerisinde Peygamber’imize doğru yaklaşıyor. Selam verdikten sonra: “Ya Rasulallah, ne kadar güzel insansınız, sizi canımdan çok seviyorum.”diyor. Peygamberimiz ona da: “Doğru söylüyorsun.”diyor. Ashab-ı Kiram hayretteler: “Ya Rasulallah, biz olup bitenlerden bir şey anlayamadık. Siz durumu bize açıklar mısınız? Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz evreni titretecek sözünü söylüyor:
“Evet, ben sizin aynanızım; bana bakan orada kendini görür!”
İnsanın kişilik tohumu, sevdiği ağacın dallarında yeşerir.
“Allah” denilince senin kalbin titrer, arş sallanır. Ya öteki? O, Allah’ı misafir edecek bir kalbe sahip değilse, sen ona gülü ne koklatırsın; git bir pislik bul.
O adam gül suyundan bayıldı, pislikten uyandı. Mayası bozuk olan insanlar, Allah’ın helal kıldığı şeylerden anlamazlar. Sen onlara namaz dedikçe; oruç, hac, infak dedikçe kudururlar, baygınlık geçirirler. Ama bir de “zina” de bakalım; “soygun, vurgun, hile, içki, kumar”… de. Göreceksin ki ayağa kalkacaklar, gözlerini fal taşı gibi açacaklar. Herkes sevgilisine koşar, mirim!
Nefsini sultan edinenleri adam yerine koyarsın da şu garibimi görmezsin, öyle mi? Hâlbuki bu garibim ruh sultanı; onu nasıl tanımaz, görmezsin? Öyleyse sende gül suyunu koklayacak burun yok!
Bir gün öğrencileri, hocalarına, şehirdeki en temiz, şık kişinin kim olduğunu sorarlar. Hoca “Lokman” diye cevap verir. Hocanın bu cevabı herkesi şaşırtır; çünkü Lokman belki de şehirdeki en çılgın adamdı; dağınık saçları, yırtık kıyafetleri ve darmadağın görüntüsüyle… Hocanın cevabı şöyledir: “ Temizlik, herhangi bir şeye bulaşmamışlık, pislikten arınmışlıktır. Bu şehirde Lokman kadar zarif ve onun kadar temiz başka bir insan yoktur; çünkü o, kimsenin hakkını gasp etmemiş ve kimsenin hukukunu çiğnememiştir!”
Atalarımız ne güzel demiş: “Eşeğe gem vurma, kendini at sanır.”diye. Uyuz eşekleri, padişahın Arap atlarını sakladığı haraya koymuşuz. Sonra da bu uyuz eşeklerle uluslar arası at yarışlarına katılacağımızı söylüyoruz. Mirim, ahırdakileri değiştir, yoksa elaleme rezil olacaksın.
Allah seni temiz yarattı. Güzel bir fizik ve can verdi. Ruhunu da kendinden bağışladı. Sen, dünyada Rabbini temsil eden bir halifesin. Sen, kutsal bir varlıksın. Kutsallığının ve halife oluşunun devamı için senden, O’nu tanımanı ve O’na ibadet etmeni diledi. İbadetin, ruhuna sunulan gül kokusu gibidir; onu uyandırır. Yoksa senin ruhun ibadetle uyanmıyor mu? Eyvah ki ne eyvah! Haramlarsa seni uyandıran, o zaman âlemde gördüğün farklı şeylerdir. Sen nefsinin kulusun ve seninle aynı mekânları paylaşmamıza rağmen, o kadar ayrı dünyaların insanlarıyız ki, bunu sen anlayamazsın. Sen Ebu Cehil gözüyle bakıyorsun Hakikat’e, ben Ebu Bekir gözüyle. Seni haram bir bakış çileden çıkarır, beni bir kuşun “Hak” diye ötüşü bayıltabilir. Senin iç dünyanın kodları nefsine, şeytana göre ayarlanmış, benim, ruhumun derinliğine göre. Bunun için sabah ezanı seni kudurtuyor, bana ise can katıyor.
“Şeriat” denilince gözlerine bakıyorum ve insanlık adına korkuyorum; ama bana annemin ninnisi kadar munis geliyor.
İsterdim ki ruhunla tanışasın. Âlemleri Yaratan’ın sana emanet olarak vermiş olduğu gözle göresin. O zaman aynanda farklı siluetler belirecek ve gül kokularına nefretle bakmayacaktın. Sana dua ediyorum, Hakikat’i göresin diye.
Hakikati görünce de Tahrir’le Taksim’in ayak izlerindeki işaretin anlamını çözerdin.