15 Temmuz darbe kalkışmasının düşünce iklimimizi kökünden etkilediği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Maalesef birçok kesim böyle bir kategorizasyonu beklemiyordu. Bu satırların yazarı Paralel İhanet Çetesinin yaptıkları ve yapacaklarını öngörerek 29 Mayıs 2014’te İdris Katırcıoğlu müstear ismiyle şunları kaleme almıştı. “Fakat en onulmaz yara düşünce iklimine, tasavvufi yaklaşımlara ve iyi niyet hareketleri diye tanımlanacak yardım kuruluşlarına verildi. Artık yurdum insanı her şeye ve herkese kuşkuyla yaklaşır oldu. Emin olun tamir etmesi en zor durum budur. Bu açıdan bakıldığında da gidişat vahim.”( http://www.bendeyazarim.com/Yazar/News/12451/Uzun-Kulak-Orgutu-Idris-KATIRCIOGLU)
Evet bu ihanet şebekesi bütün gayretleriyle sanki bir gönül hareketi, bir sevgi kelebeği rolündeydi. İhanet dolapları çevrilirken bile diğer taraftan gülümsemeyi ve gülücükler dağıtmayı ihmal etmiyordu Gülenistler. Ülkemizin bir gerçeği olan tasavvuf ocakları maalesef pek hazırlıklı olamadılar. Düşünüldü ki; “bizler paralelciler gibi değiliz” “onların saçtığı pislik bizlere ulaşmaz”... Su uyur düşman uyumaz! 15 Temmuzun hemen akabinde konuşulan ilk şey “bütün tarikat ve cemaatleri kapatılmalı” lakırdısıydı. Bunu cahilce söyleyenler olduğu gibi ellerini ovuşturarak bu söylemin duyulması için çığırtkanlık yapanlarda oldu. Türkiye’nin muhtelif vilayetlerindeki dostlardan da aldığım izlenim “ahlak formatörlüğü” diye adlandırdığım bu tasavvufi yürüyüşün hissedilir şekilde yavaşladığı şeklinde. Peygamber sünnetini yok sayan veya tahfif eden birçok zavallı akım şu an sahada at koşturmakta. Tasavvufa ve dini gruplara savaş açmakta. Bu tam anlamıyla edepsizliktir, çıkarcılıktır ve sahtekârlıktır.
Yunus Emre, Mevlana, Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bayramı Veli, Hacı Bektaş Veli gibi nice hak aşığının yolu neydi Allah aşkına? Onlar gönül erleri idiler. Dünyanın birçok coğrafyasına İslam ile beraber ahlakı taşıdılar, merhameti omuzladılar. Evet ismini zikrettiğimiz veya adını yazmadığımız birçok veli zatlar tasavvuf ateşini yakmıştır gönüllerimizde. Birileri Mahmut Hudayi olmuş, birileri Somuncu Baba olmuş. Ama hep var olmuşlardır onlar ve de var olacaklardır. Bu ocakları reddetmek akla zarardır.
Osmanlının son dönemlerinden başlayarak tasavvufi hareketlerin şirazesinden çıktığı birçok olumsuzlukların yaşandığı ve yaşanmaya da devam ettiği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Ama bu büsbütün “tasavvuf yoktur tarikat ve cemaatler çıbandır” sonucuna götürmemelidir bizi. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra başlayan başıbozukluk ister istemez birçok yanlışlığı da su yüzüne çıkarmakta. Çözüm bu yanlışları izale etmekten geçmekte. Eğer İslam dininin itikat, amel, ahlak sacayağını biliyorsak ve ahlakı güzelleştirmede tasavvufun katkılarını görmezden gelemeyiz.
Bilakis yapılması gereken tüm cemaat, tarikat, STK ve yardım kuruluşları kendilerini hesaba çekip şeffaflaşarak daha güçlü bir şekilde yollarına devam etmelidirler. Onları kapatmak veya kısıtlamak; yine merdiven altı ve perde arkası hareket etmelerine sebep olur. Çünkü tarikatlar, cemaatler bu toprakların ve bu milletin mayasıdırlar. Nasıl ki Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Abaza vs bu milletin renkleridir diyorsak aynen öyle tarikat ve cemaatler de bu milletin renkleridir. Bu alanlara temayülü olan insanlar, onların arasından kendi meşrebine, karakterine uygun olanı tercih edip amelen, ahlaken ve ilmen terakki etmek ister. Samimi bir şekilde yapılan bu terakki ise asla devlete zarar vermeyip aksine sosyal faydaları da beraberinde getirir. Bununla beraber İslâmî hiç bir müessese devlet kadrolarında köşe kapmak değil milletin gönlünde köşke oturmak gayesini hedef edinmelidir. Kadrolaşma gibi menfi tavır takınanlar olur ise oluşturulacak bir takip ve kontrol Şûrası tarafından ilk olarak izlenmesi, ihtar edilmesi ve ifşa edilerek milletin gözünden yine bu Şûra tarafından düşürülüp faaliyetlerinin sonlandırılması gerekir.
Sevgili dostlar demokrasisi, laikliği, adaleti hulasa birçok şeyi kendine özgü olan Türkiye de maalesef tasavvufi akımlar da kendine özgüdür. Tasavvuf hissedilmeli davranış olarak. Ama gel gör ki ülkemde tasavvuf daha çok konuşulan sosyal medyaya slogan yetiştirircesine laf ebelikleriyle dolu hale geldi. “Hal”den “kal”e evrilir oldu. Tarikat tarikatçılığa mezhep mezhepçiliğe dönüştüğü anda işler ideolojikleşir seküler anlayışlara ve ticari faaliyetlere yelken açar. Dikkat edin neredeyse her grubun kendine ait TV’si, radyosu, gazetesi, marketi, turizm acentesi var. Ve bahane hazır helallik haramlık ya da yapılacak çalışmalara kaynak… Tabi ki kazanç ve kaynak helal olmalı. Lakin hiç bir cemaat ve tarikat holding hareketine dönüşmemeli. Hiç bir İslâmî topluluk adı anıldığında akla şirket, holding vs. gelmemeli. Evet bu konu masaya yatırılmalı. Kalıcı çözümler üretilmeli. Bencillik, bendencilik ve “ben”cilikten soyutlanmış gönül hareketlerine ülkemin dünden daha çok ihtiyacı var. Çünkü ahlakı erozyonun hızına yetişmek mümkün değil. 15 Temmuz umarım bu konuları konuşmaya fırsat hazırlar. Şianin ekmeğine yağ sürenlerin, ehli sünnet düşmanlarının ve Kur’an yeter bize deyip gece gündüz kendine göre Kur’an yorumu yapanların toplumda karşılık bulmaması için sağlam bir yapılanmaya ihtiyaç var. Ben buna “ahlak formatörlüğü” diyorum siz istediğiniz gibi tevil edebilirsiniz. Eyvallah.