İlk gördüğünüz yüz karşısında, biraz da ürperti ile geri çekiliyorsanız, o yüz ve onu taşıyan kimlik sıradan biri değildir; onun bir kimliği, kişiliği vardır.
Karşılaştığınız zaman size güç, kudret; kekremsi bir korku, güvensizlik ve onun getirdiği yanından uzaklaşma duygusu telkin eden insanların despotluk tarafları ağırdır. Fakat size huzur yansıtan, sizi rahatlatan yüzler ise dostun kapısı gibi hep aralık durur.
Dostun yüzü insana huzur verir, emniyet telkin eder. Dost o değil midir; canını, malını, namusunu hiç şüphe duymadan emanet edebilecek olduğun insan! Hayatınızda bir dostunuz varsa çok zengin sayılırsınız.
Her yıl dünyada yayımlanan milyonlarca kitap neden söz ediyor? Mutluluk için çatlamış dudaklardan değil mi? Bir kadın bir erkeği arzuluyor, bir erkek güçlü olmak, zengin olmak, şan ve şeref kazanmak istiyor. Sokaklarda, mağazalarda, rengârenk salonlarda, kristal avizelerin aydınlattığı odalarda insanlar mutlu olmayı, daha çok mutlu olmayı, halinden hoşnut olarak yaşamayı istiyor.
Bütün bu istediklerini elde ettiği zamanda ise bir aynaya bakıyor ve başka hayallere kanat çırpıyor. Bu doyumsuzluk, bu tatminsizlik neden?
Tatmin olmayan insanın yüzü gülse de içi ağlıyordur. İç ağlamasına da trajedi deniliyor. Çağımızın en başarılı, en atak, en cevval çocuğun adıdır, trajedi! Hiperaktiftir, yerinde duramamaktadır. Doyumsuzdur, sahip olmak için çırpınır durur. Etekleri tutuşan insanların zıplaması anormal değildir!
Evet, insan dünyada tatmin olmayan bir varlıktır; çünkü yaratılışındaki formül böyledir. İnsan dünyada sonsuz bir hayatın adayı konumundadır. Sonsuz bir hayatın da sonsuz istekleri olur. Bu isteklerinin sonsuz hayat için olduğunu belleyemezse, bu durumda, kendisine nakşedilen formülü yanlış biçimde kullanır ve her şeyi dünyada yığmaya çalışır. Bu sahip olma arzusu onun ruhunu trajik konuma düşürür ve saldırganlaşır. Paylaşım istemez ve hep kendine yontar!
Firavun gibi hep kendine çalışan insanlar toplumun adeta kanser hücreleridir. Paylaşmayan, paylaşım yollarını açmayan, paylaşımdan pay alamayanlara yardımcı olmayan insanlar, tolumu fesada verirler. Böyle toplumlarda kavga, savaş eksik olmaz.
Kapitalizm, “sahip olma” duygusunun tavan yaptığı sistemin adıdır; paylaşım değil, tam tersi sömürü odaklıdır. Onun olduğu yerde “dost” kavramına rastlanmaz; çünkü “eman” duygusu buharlaşmıştır. Burada “insan insanın kurdudur.” Azınlıkların baskısı altında kitleler ezilir ve kişiliklerinden kaybederek “sürü” haline dönüşürler.
Komünizm, mutlu azınlığı “kıskananlar”ın, haksız biçimde ele geçen mal mülkün, bu azınlığın elinden alınarak halka paylaşımı öne çıkaran bir sistem, diyebiliriz. “Kıskananlar”ın dedim; çünkü fıtratını geliştirememiş, ahlâken olgunluğa erememiş insanlar, başkalarının elindekilere karşı kıskanç olurlar. Başkaları haksız olarak eline mal geçirmiş diyebilirler, ama kendilerinin eline bu dünyalıklar geçince, bu sefer en kapitalistten daha kapitalist bir cins ortaya çıkar. Stalin döneminin Sovyetler Birliği’ni düşünün.
Başa dönebiliriz;
Bir insan bireysel olarak terbiye edilmiş, olgunlaşmışsa, mesele yoktur, o hayatı en güzel şekilde yaşar, mağarada bile; çünkü fıtrat tohumu toprağını bulmuş, meyveye durmuştur.
Terbiye edilmemişse, bütün dünyayı ona verseniz de doymaz; çünkü fıtrat tohumu kadük kalmıştır, gelişmemiştir.
Dünyada bu “kadük” tohumlar çoğalmışsa, bir bahçıvandan nasibini almamışsa, işte orada yığılma, düzensizlik, dengesizlik ve savaş vardır ve bu kaçınılmazdır.
İnsan sahip olma duygusunu sonsuzluğa erteleyemezse, dünyada sahip olduğu şeyler onun ve insanlığın başına bela olacaktır; dün de bugün de olmuyor mu?
Bireysel benliğini evrensel bir üst benlikle bütünleştiremeyen insan yaban armudu gibi acıdır; onun çokluğuna bakılmaz.
Ahlâk, bireysel benliğini evrensel benlikle bütünleştirmektir ve huzur da oradadır.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci