Türkiyede tarihin akışı yatak değiştiriyor. Aslında epey zamandan beri değişen yatak, asıl mecraına akmaya başlıyor.
Her değişim zordur. Türkiyedeki değişimin de zor olması, imkânsız olduğu anlamına gelmez; çünkü tarihe müdahale kimsenin haddi değildir.
Köyünden ve ilçesinden başka yer tanımayan, hayatı boyunca bir toplumsal eylemin içinde yer almayan; sadece hayvancılığa ve ziraate endeksli bir yaşam biçimi süren Ahmet emminin ve Fatma teyzenin çocukları artık hayatı farklı algılıyor.
Dünün Ahmet efendinin oğlu bugün Ali Bey olmuş, Fatma teyzenin kızı da Büşra hanım. Bu çocuklar şimdi üst düzeyde bürokrat, sanatçı veya bir başka yerde görev yapıyorlar ve hayatın tam ortasındalar.
Dünün bürokratik ağalarının alışık olmadığı bir durum yaşanıyor. Beş yıldızlı otellerde, içkili kafalarla her dediklerini kanun belleyenlere, dur diyen taşralı sesler duyuluyor ve bu sesler adamakıllı güçlü çıkıyor. Bu aralar Oynatmaya az kaldı şarkısını duymamız bundan olsa gerek.
Anadolu çocuklarını salt dünyada gelişen olaylarla ve izmlerle anlamak ve yorumlamak bizi yanlış sonuçlara götürür. Bu coğrafyanın çocuklarının hamurunda bir Allah inancı yatmaktadır. En kopmuşunun bile inanç derinliklerinde bunu okuyabilir, görebilirsiniz. Çünkü Anadolunun gelenek damarında bu vardır. Gelenekleri öyle pencereden aşağı atamazsınız; onları, merdivenden aşağı indirmek zorundasınız. Bu da uzun zaman alır; işte o uzun zaman gerçekleşmedi.
Konuyu fazla soyut mecralara akıtmadan somutlaştırmak istiyorum:
68 kuşağı denen kuşak, emperyalizme ve dolayısıyla da emperyalizmin dünya baronu ABDye bir direniş kuşağı olarak lanse edildi. Belki öyle idi, ama bu çok romantik görünüm sergiliyordu. Che Guavera da elinde silahı olan bir romantik liderdi. Futbolun büyüsü gibi bir büyüsü vardı ve gençliği arkasından sürüklüyordu. Romantizmin baş döndürücü cazibesi, dünya gençliğini tahterevalli oyununa mahkûm etmişti. İşin en trajik yanı, emperyalizm, bu romantizmden çok memnundu; çünkü romantizmin kaynağı da emperyalizme dayanıyordu.
Sonuç şunu gösterdi ki, 68 kuşağı dünya emperyalizminin ivme kazanmasına engel olamadı, belki de önünü açtı. Aslında, 68 kuşağına sunulan romantizm, gençliğin önüne konmuş trajik bir tuzaktı.
Bugünün kuşağına geliyorum. Bu kuşak, izmleri değil, Allahı referans alıyor, almaya başladı. Dini, hayatın içinde küçücük bir yer işgal eden sosyolojik bir olgu olarak değil, onu hayatın bizzat kendisi olarak algılıyor.
Bu kuşağın en temel hedefi, arınmaktır. Arınmadan hiçbir emperyalist gücün alt edilemeyeceğini biliyor; çünkü en büyük emperyalistin şeytan olduğunun idrakindedir.
Bu kuşak Marxın, Darvinin, Freudin, Durkhaimin nefsi emare yorumlarına itibar etmiyor, bu kuşak Hz Muhammedin sonsuz soluğuna koşuyor.
Hangi damla denize hasret değildir ki? Damlalar artık denize doğru süzülüyorsa, bundan daha doğal ne olabilir? İşte tarihin akışı budur ve buna engel olunamaz.
Bu kuşak, evet, Allahı referans alıyor, ahirete, ölüm sonrası hayata inanıyor, ölümü bir yok oluş değil, sonsuz var oluşa köprü diye görüyor ve en önemlisi, onun bu duygu ve inançları onu ümitsizlikten kurtarıyor. Bu nedenle bu kuşak bir ümit kuşağıdır. Hiçbir izmin eli bu kuşağın gönül kuyusuna ip salamaz; çünkü o gönüllerde Yusuf büyütülüyor.
Bu kuşağın büyütülmesinde emeği geçen birkaç gönül ustasının ismini de zikredelim:
Dergisi sürekli kapatılan, hapislerde çilelere maruz bırakılan; ciğerinden kalemine kan çekerek yazılar yazan dava delisi Necip Fazıl Kısakürek.
Bütün hayatı sürgün yurduna çevrilen, hapishaneyi Medreseyi Yusufiye belleyen bu çağın mazlum muhaciri Bediüzzaman Said Nursi.
Kuran unutulmasın diye, İstanbuldan Karsa kadar tren vagonu kiralayıp, üstelik ücret de vererek, öğrencilerine Kuran öğreten Süleyman Hilmi Tunahan.
Nasır zaliminden özür dilemektense, izzetimle ölmeyi, şehadet şerbetini içmeyi yeğlerim. diyen ve ölüme, sevgiliye yürür gibi giden Seyyid Kutub.
Hilafet kaldırıldığı zaman günlerce çocuklar gibi ağladım. diyen ve genç nesle gerçek muallimlik yapan bir Hasan-El Benna vardır.
Bunların dışında öyle gönül ustaları vardır ki, onların isimlerini ansak, öyle inanıyoruz ki hoşlarına gitmez; çünkü onlar, romantizmin şakirdleri değil, Hakikatin iz sürücüleri.
Referansın Allah olduğu zamanlar en bereketli, en mübarek zamanlardır. Bunun ne anlama geldiğini inşallah yakında hep birlikte göreceğiz.