Ebede set çeken zulmeti deldim,
Aşkı içten duydum, Arşa yükseldim.
Kalbden temizlendim huzura geldim,
Ben de müridinim işte Mevlâna.
Yukarıya, Nazım Hikmetin Mevlâna adlı şiirinden bir dörtlük aldım. Zannederim, seksen yıldır, Türk kavga tarihinden hiç düşmeyen Nazımın mistik-insanî boyutuna pek değinilmemiştir.
Onun da ölüm gibi, sonsuzluk gibi problemleri olabileceği, Allaha karşı olan aczini itiraf edebileceği, kul duyarlığı içindeki anları yaşayabileceği göz ardı edilmiştir. Hele hele uzun yıllar yaşadığı zindanlar, tecritler onu ruhuyla hiç tanıştırmamış mıdır?
Nazımı hep içindeki çocukluğunu hiç yitirmemiş bir insan olarak gördüm. Asiydi, yaramazdı; fakat evin çocuğuydu. Uçlarda gezinmek, ona reva görülen hayata karşı bir isyanıydı; ütopik dünyalar onun kimyasını değiştirebiliyordu belki. Ama şair saflığını içinde taşıyordu. Onun gözünde Mevlâna bir ruh kahramanıydı, Lenin ise dünyevî yaşam kavgasının kahramanı. Bu nedenle her ikisine de şiirler yazabiliyordu.
Kadınlara karşı büyük zaafı vardı. Bir şair duyarlığıyla, tanıştığı kadınlara kolayca âşık olabiliyordu. Kadına karşı bu denli meyli olan bir insanın canavar olabilmesi zordur. 1922de Nüzhet Hanımla, 1925te Lena ile, 1935te Piraye Hanımla evlendi. 1948de dayı kızı Münevver Hanıma âşık oldu. Uzun hapishane hayatının ardından, ülkemde kalırsam öldürülürüm korkusuyla, 1951de Türkiyeden kaçana kadar Münevver Hanımla yaşadı ve tek oğlu Memed ondan oldu. Karşı yaka memleket/Sesleniyorum Varnadan/İşitiyor masum oğlum Memet Memet diye hasretini çektiği oğlu Memet Fuattır. Daha sonra Dr. Galina ile çok kısa süreli bir evlilik yaptı. Kendi deyişiyle, altmışına yakın sevdalandığı, saçları saman sarısı, kirpikleri mavi Vera ile evlendi ve ölünceye kadar (1963) onunla yaşadı.
Nazım bir muzdaripti. Kaçaktan çok bir sürgündü. O dönem kimler sürgün edilmemişti ki Türkiyeden? Yüz ellilikler namıyla sürgün edilenler arasında ünlü şair Rıza Tevfik Bölükbaşı ve ünlü hikâyecimiz Refik Halit Karay da vardı. Rıza Tevfik, yirmi yıllık sürgün hayatında yazdığı şiirlerinde hep hüznü ve hasreti dile getirir:
Uçun kuşlar uçun doğduğum yere;
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır.
Ormanlar koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır.
Refik Halid ise, Nilgün adlı ünlü romanını, Ortadoğu sıcağında yazar.
Mehmet Akifin kaderi sanki farklı mıydı? Akifle Nazımın kader yolculuğu, zıt yöne giden iki yolcunun bir yerde buluşması gibi bir seyir gösteriyordu. İkisi de milletini seviyordu. Nazımın son karısı Vera; Nazım o kadar çok hasret demişti ki, Türkçeden bir bu aklımda kalmış diyordu. Akif ise hasretini Mısırda demliyordu. Türkiye Cumhuriyeti iki büyük şairinden mahrumdu. İki büyük şair de yeni yönetime küskündü. Akif ıstırabını, bir iman şairi olarak Allaha sığınmakla gideriyor, Nazım ise kavga şairi olduğu için, ideolojiye. Aslında Akifle Nazım arasında kavga yoktu; kavga yeni düzenle ikisi arasındaydı. Nazım, Men-i Müskirat Kanunu (içkiyi yasaklayan kanun) çıkarıp, ardından gül rakısı içen yöneticilere kızıyordu; Akif ise, şiirle yazmış olduğu Kuran mealini, Türkçe ibadete temel teşkil eder korkusuyla eserini yaktırıyordu.
Gençliğinde Mevlânaya şiirler yazan, ona mürid olmayı dileyen bir Nazımın ateist olabileceğine bir türlü gönlüm razı olmuyordu. Nitekim Zaman gazetesinin 23.02.2003 tarihli Turkuaz ekinde, Nazımla ilgili itiraf niteliğinde bir haber çıktı. Prof. Mustafa Mehmet isimli bir Romanyalı Türk tarihçisi, Nazımın bu hüzünlü, insanî yönünü ortaya koyuyordu. 1957 yılında Nazımın Romanyaya gittiğini ve kendisinin ona eşlik ederek şunları yaşadığını söylüyor Mehmet: Nazım, Ramazan günü Romanyaya geldi. Onunla otelde görüştüm. Bana: Kardeşim, bu akşam Kadir Gecesidir, beni camiye götür dedi. Akşam, Vera ile birlikte onu camiye götürdüm. Camide mevlid okunuyordu. Nazım usulca oturdu. Mevlidi büyük bir dikkat ve huşu ile dinliyordu. Bir ara cemaate dönerek; Saygılı cemaat! Ben bir komünistim. Lâkin böyle mübarek bir gecede sizleri derli toplu, cami gibi kutsal bir mekânda görmekten dolayı çok mutluyum, çok duygulandım! Ne dersiniz? Camide, cemaate karşı Ben komünistim demesi, onun hangi ruh halinin bir görüntüsüdür? Ramazanı ve hele hele o gecenin Kadir Gecesi olduğunu bilmesi, onun içinde taşıdığı mutluluğu ve duygusuyla birlikte bir çocukluk masumiyetini de göstermez mi? Mustafa Mehmet devam ediyor: Onun, Kadir gecesi gibi Müslümanların değerleriyle ne ilgisi olabilirdi? Sanki içinde bir şeyler vardı! Sonunda da oturduğu tabureden düştü; kalp krizi geçirdi.
Nazımı 1951 yılında, bir motorla Karadenizden yurtdışına kaçıran yazar Refik Erduran da; Nazım, ezan okunurken gözleri dolan adamdı diyor. Ben de Moskovada çalışan bir vatandaşımızın; Nazımın mezarı kıbleye dönüktür! dediğine tanığım.
Bütün bunları, Nazımın iyi bir Müslüman olduğunu göstermek için yazmadım.
Anadoluda bir köy mezarlığına gömün beni/Ve de uyarına gelirse/Tepemde bir de çınar olsa/Taş maş da istemem hani! diyebilen bir şairin, öyle bir çırpıda komünist-vatan haini diyerek atılacak bir insan olmadığını vurgulamak istiyorum. Muhteşem bir Türkçesi vardı. Kendince haksızlıklara karşı direniyordu ve bunun bedelini de çok ağır biçimde ödemişti, ödüyordu. Yurdundan kaçması zorunlu muydu?
Öldürüleceğinden korkuyordu. Mustafa Suphi ve Sabahattin Ali örnekleri vardı. Kaçışı muhteşem miydi, bilmiyorum; ama sığındığı mekân ve ideoloji de onu tatmin etmiyordu. Moskovada kendisine orman içinde bir köşk ve şoförlü araba tahsis edilmişti. İki ay sonra Moskova halkının kuyruk ve yokluk sefaletini görünce, Bugün demiş, Derhal arabamı ve şoförümü iade ediyorum. Kendi kitaplarımdan gelen parayla geçineceğim. Herkes nasıl yaşıyorsa ben de öyle yaşayacağım diyebilen ve dediğini de uygulayabilen bir adamı göz ardı edemeyiz.
Uzun yıllar Nazıma kayıtsız kaldık. Komünist diyerek onu mahkûm ettik. Lenine methiye yazdı diye aforoz ettik. Bunun yanında Amerikaya methiyeler düzenleri de baş tacı yapmaya çalıştık, çalışıyoruz. Komünizm yıkıldı, ya kapitalizm? Ya her gün namusumuzu payımal eden Amerikan postalları?
Nazım, karşı çıktıklarımıza karşı çıkmış; kabul ettiklerimizi etmemiş olabilir, ama bir aydın hassasiyeti taşıdığı, haksızlık karşısında susmadığı gerçek değil midir?
Karısı Vera: Nazım Moskovada çok yalnızdı diyor. Bu yalnız ve muzdarip adamı ben bir Müslüman olarak saygıyla anıyor, onun içindeki çocuğu selâmlıyorum. Herkes Allahın kuludur ve Ona dönücüdür.