Yoğunlaşmış bir zaman dilimi içinde yaşamak çok zor olsa gerek. Ülkemizde ve çevremizde, hatta dünyada yaşanan olaylara bakınca sıradan işler olmadığı anlaşılıyor. Bir çölde, güneşin doğuşu ile batışı arasındaki zaman dilimiyle, hastasını hastaneye yetiştirme çabası içinde olan birilerinin zaman dilimleri niceliksel olarak aynı olsa da, niteliksel farklılıkları asla aynı ölçüde değildir. Kızgın sobanın üzerinde oturanla, sevgilisinin koluna takılmış biri için zaman aynı derecede mi geçer?
Orta-Doğu kaynıyor! Balkanlar, Kafkaslar kaynamıyor mu? Yetim ve öksüz kalışın insan üzerindeki etkileri sıradan insanlar gibi olmaz elbet. Osmanlı’nın yetimleri en az yüz yıl boyunca kan kustular, bin bir dert ve çileyle yoğruldular. Gelen vurdu, giden vurdu. Toprakları ve zenginlikleri talan edildi; namusları kirletildi. Gelecek dünyaları karartıldı. İnsanım diyenin yapamayacağı türlü oyun ve düzenlerle bir yüz yıl bu insanlar insanlıklarından adeta uzaklaştırıldı. Ve bir noktaya gelindi: “Artık dünyada kaybedecek hiçbir şeyimiz yok!” anlayışına bu insanlar sokuldu ve kıyamet ondan sonra başladı, başlıyor!
Zalimler bir taşla birkaç kuşu birden vurmaya çalışıyor. Hem Müslüman coğrafyayı sömürüyorlar, hem de Müslümanları terörist göstermek için ellerinden gelen şeytanlıkları da sergiliyorlar ve bunda da başarılı oluyorlar. Ve bu başarılarını sergiledikleri dünyaya da “uygarlık” adını veriyorlar!
IŞİD ve buna benzer birçok eli silahlı çeteler… Emperyalist güçlerin oyuncağı olan bu çetelerin bir olumlu sonuç doğuracağına inanıyorum. Nedir o? Bugünün zararlısı olan bu ne idüğü belirsiz grupların, dünya emperyalistlerinin maşası olduğu, Müslüman halkların gözünde ayan beyan ortaya çıkınca, işte asıl o zaman “uygarlık” kıyameti kopacaktır; çünkü onların tuzağının karşısında asıl büyük tuzak hazırlayan iradeyi onlar bilmiyor ve tanımıyorlar.
Bu yüzyılın başında İngiliz Churchil “Bir damla kan, bir damla petrol.” diyordu. Kendi rahatları için bütün dünyayı kana buladılar, ülkeleri böldüler, kardeşi kardeşe düşman ettiler. Orta-Doğu’da aynı medeniyetin çocuklarını devlet adına adacıklara hapsettiler. Ve bu devlet hapishanesinde bunalanların havasını almak için de “terör” belasını, bir “ayaklanış, devrim” adı altında güya “kimlik” sosuna sararak gençlere sundular ve onları zehirlediler. En önemlisi, kendi kısır dünyalarının intikamı olarak, Müslüman coğrafyanın gençlerini heba yoluna gittiler. PKK da budur, El-Kaide de budur, Işid de budur.
Bu durum ilanihaye devam etmez, etmeyecek. Yenile yenile gelmeye başlayan zaferlerin ayak sesleri kadar bu zalimleri korkutan hiçbir oluşum yok dünyada. Osmanlı’nın gidişine bayram edenler, bayramın hiç geçmeyeceğini sanmışlardı. Yüz yıl da aslında bunları inandırmıştı, ama yine de tedirginlerdi ve her türlü uyutma zehirlerini ellerinde hazır tutuyorlardı.
Şimdi olan oluyor ve tarihin devi uyanıyor! Türkiye tarihi konumuna doğru adım adım ilerliyor. Bunu onlar görüyor da, içimizdeki “onlar” göremiyor, çünkü zehirin tesiri etkisini devam ettiriyor. Tarihi iyi okursanız, zamanın sarkacı, Osmanlı ruhuna bürünmüş bir Türkiye’ye doğru sallanmaktadır. Zihinlerde yüzyıldır çalınan uygar çan sesleri, kadim medeniyetimizin ezan sesine inkılâp ediyor. Buna karşı elbet kayıtsız kalamazlardı ve kalmıyorlar.
Başbakan’ın en çok sevdiğim tarafı nedir biliyor musunuz? İngilizce bilmemesi! Tuhafınıza gitmesin, bu çok derin analizlerle anlatılacak bir konu, ama şunu söyleyeyim; bütün Osmanlı’nın dağılmasından daha büyük bir oyundur, zihinlerin İngilizce ile dağıtılması. Bütün Türkiye, İslam alemi şakır şakır İngilizce konuşacak ve dolayısıyla İngiliz kültürü soluyacak, ardından da “kahrol düşman!” diyecek! İngiliz başbakanlarından birine “Hindistan mı, Shakespeare mi?” sorusu sorulunca, tereddütsüz “Shakespeare” demişti ve ilave etmişti; “Tek başına Hindistan hiçbir şeydir; ama Shakespeare bende ise daha nice Hindistanlar benim olur.”
Kendi medeniyet kodlarımıza dönmenin tam zamanıdır. İstemesek de yaşanan olaylar aslında bunu bize dayatıyor da. Önümüzdeki zamanlar daha hızlı, daha keskin ve daha bereketli geçecektir. Bunları söylemek ne keramettir, ne de kehanet, tarihi iyi okursanız sizler de aynı kanaati paylaşacaksınız. Bu toplumda Allah’a, sonsuzluğa iman etmiş, faniliği kuşanmış bir fert dahi varsa- ki vardır inşallah- Allah onu asla zayi etmeyecektir. Ne olur, her şeye dünya gözlüğüyle bakmayalım, sonra gelişen olayları yorumlamakta kısır kalırız.