Bir hikâye/ kıssa ile söze başlayalım:
Bilge ve güçlü kuvvetli bir adam atına binmiş giderken, yolun kenarında uyuyan bir adam gördü. Adamın yanına yaklaştıkça, ağzından içeri yılan girdiğini fark etti. Hızlıca hareket ettiyse de yılanın kuyruğundan tutamadan, yılan, uyuyan adamın ağzından içeri girdi.
Bilge zat, uyuyan adamın arkasına vurmaya başlayınca, uyuyan adam birden uyanır, fakat olup biten şeylere bir anlam veremez; birisi onu habire dövmektedir! Dövmekle de yetinmeyip az ilerideki elma ağacının altında bulunan çürük elmaları da zorla adama yedirir.
Uyuyan adam, haklı olarak, “ Ey zalim kişi, ben sana ne yaptım ki, beni öldüresiye dövmektesin? Gerçekten canıma kast ettiysen bari beni öldür de bu işkenceden kurtulayım!” diye feryat eder!
Bilge zat olup bitenlerden hiç etkilenmeden ve sesini çıkarmadan, adamı yere yüzükoyun yatırır ve arkasına sopayla vurur da vurur. Sonunda adamın safrası kabarır ve kusmaya başlar! Yediği her şey ağzından çıkmaya başlar. Yedikleriyle birlikte ağzından yılan da çıkar!
Adam, o kara ve çirkin yılanı görünce bütün çektiklerini unutur ve daha önce dünyanın en zalim insanı olarak gördüğü o bilge kişinin önünde diz çökerek; “Sen ne iyi adamsın, merhametlisin; bana can bağışladın!” demekten kendini alamaz ve sorar:
“ Bana daha önce niçin durumu anlatmadın da sana karşı çirkin sözler söylememe izin verdin? Hâlbuki başıma geleni söyleseydin senin için kötü sözler söylemezdim.”
Bilge zat: “ O hali sana anlatsaydım ödün patlar ve korkudan ölebilirdin, bunun için sana anlatmadım!” der.
Birkaç asırdır bu milletin içine yılan kaçmış, kıvranıyor. Gelenlerin hiçbiri, milletin arkasına sopa vurmuyor, sırtını okşuyor. Millet uyurken, onun ağzına emperyalizm yılanını kaçıranlar, milletin midesi bulandıkça, onu teskin etmek için hem sırtını sıvazladılar, hem de ona müsekkin verdiler, uyuşturdular ve uyuttular. Millet de sırtını sıvazlayanları dost bildi, ona güvendi.
1950’de biraz kendine gelir gibi oldu, on sene sonra kafasına darbeyi yedi ve sindi. Sırtına yeseydi belki yılan çıkar ve kurtulurdu; ama yılanı yutturanlar buna izin vermediler. 1971’de, 12 Eylül 1980’de aynı darbeyi indirdiler ve millet kıvranmaya devam etti.
28 Şubat’ta tam darbeyi indirdiler ve “ bu darbe bin yıl sürecek” dediler.
İçteki ve dıştaki yılancılar kıvranıp dursunlar. Artık ayağa kalkmış bir millet var ve yıllardır kendisine yapılan işkencenin hesabını sormaya başladı.
İnanınız ben hiçbir şekilde ümitsiz değilim; çünkü yeryüzü mazlumlarının ve dolayısıyla Müslümanların çilesi dolmak üzeredir. Bunca yıldır yalan üzerine kurulmuş dünyalar yıkılmak üzeredir. Bir Musa, elindeki bir asayla “yıkılmaz” denilen asırların firavun düzenini yıkmıştır. Bir yetim Sevgililer Sevgilisi, şirki ve tağuti düzenleri yerle bir etmiş ve kıyamete kadar tevhidi bayraktar kılmıştır.
Önümüz çok aydınlıktır; dünya öyle olaylara gebedir ki, doğumunu yapacaktır. Nur topu gibi bir çocuk yarınlarımıza ışık saçacaktır. Yalan imparatorlukları yıkılacak ve insanlar fıtratlarıyla tanışacaktır. Dünyada en büyük zulüm, insanları fıtratlarıyla tanıştıracak düzenden alıkoymaktır. Bize düşen, Rabbimize kul olmaktır.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci