AŞK, ŞEVK, MEŞK VE ZEVK

D. Ali TAŞÇI

Hayat aşk, şevk, meşk ve zevkten ibarettir.

Dört kavramı açmaya çalışayım:

Aşk, tanımsızdır; ancak herkes kendi yapısına göre onu algılar ve değerlendirir. Örneğin; Yusuf İslam, Cat Stevens iken bir şarkısının içinde şöyle bir mısra geçiyordu: “Seni sevdiğim kadar köpeğimi de seviyorum.”

Bu, belki aşkı küçük görenler için ironik bir cümleydi, ama sonuçta nefse, yani; şehvete dönük bir yüzü vardı. Oysa aşkta ne cinsellik aranır ne de dünyevilik. Aşk, seküler vadilerde yürümez ve oralarda onun sesi duyulmaz.

Cat Stevens, Yusuf İslam olduktan sonra aşkı elbette ki eskisi gibi algılamıyor.

Şevk’e gelince, onu sözlükler şöyle tanımlar:

“Şiddetli arzu, aşırı heves; neşe, keyif.”

Aşk, mutlak bir arzuya, neşeye gebedir. Âşık, arzuların çocuğudur. Yaşarken isteği olmayan insan ölüdür, ya da ölüme adaydır. Şevkimizi ne artırıyorsa, biz ona aşığız demektir. Arabasına âşık insanlar görmediniz mi, her sabah, elindeki bezle onu nasıl okşadığına hiç şahit olmadınız mı? Bu, aşkta sapmadır ve sahibinin bunalımlı kimliğini ortaya kor. Bunun gibi bir sürü örneği de sıralayabilirsiniz.

Meşk nedir peki?

Meşk, bir örneği taklit etme suretiyle öğrenme usulü, el alıştırması demektir. Hani bir söz vardır ya, ‘aşk olmadan meşk olmaz’ diye; işte o. Eskiden hat yazanlar için bu söz çok söylenirdi. Meşk, hat yazma işi olarak alınırdı.

Aşk varsa, orada mutlaka meşk de vardır. Siz bir şeyi çok arzuladınızsa, onu gerçekleştirmek için işe koyulursunuz. İşte bunun adı meşktir. Musikiye karşı aşkınız varsa, bir enstrümanı elinizde görürüz veya ağzınızdan sesler işitiriz.

Zevk’e gelince, bu; sonuçtur. O; tad alma duygusudur, hoşa giden şeydir.

Her davranışımızın sonunda bir görüntü ortaya çıkar. İşte bu görüntü insanı ele verir. ‘Bana zevkini göster veya söyle; sana kim olduğunu söyleyeyim’ diyebiliriz.

Zevkler, kültürlerin ortak bileşkesidir. Her toplum farklı şeylerden zevk alabilir; çünkü onların aşkları, şevkleri ve meşkleri farklı farklıdır.

Örneğin, Karadeniz türküleri hareketli ve kırıktır; çünkü coğrafya, yani doğanın bunda etkisi vardır. Baktığınız zaman karşı tarafta dağ görürsünüz ve size enginlik duygusu vermez. Buna karşın denizle ilgili türkülerimiz uzun havadır, genellikle. Deniz, insana enginlik duygusu verir.

Bir Urfalı, uzun hava söylemesin de ne yapsın?

Mesela, bir opera sanatçısı ağzını sonuna kadar açar ve öyle seslendirir şarkısını. Bu söylemde bir şiddet vardır. Bu, onun kültürünün yansımasıdır.

Bizde ise, sanat musikisinde, ağız çok açılmaz ve içten söylenir. Bu, iç dünyamızın bize ait olduğunun da bir kültürel göstergesidir.

Aşk, şevk, meşk ve zevk’in her kültür ve medeniyete yansıması elbette farklıdır. Bizde bu fikir, zikir, şükür ve şifa olarak kendini gösterir.

Bizim kültürümüzde âşık kuldur, Maşuk ise Allah’tır. Allah kavramı tüm fikrimizi kuşatır ve O’nu zikrederiz. Bu zikrin getirdiği inşirah (açılım) sonucu insan şükür secdesine kapanır; O’na teşekkür eder. Ardından şifa gelir tüm vücudu ve ruhu kuşatır. Zevk işte bunun adıdır.

Bir kültür veya uygarlık dert bildirir de şifa bildirmezse, onun müntesiplerinin mutlu olma şansları yoktur. Bu kültürün bizde uzantılarını bol bol görebilirsiniz, sürekli eleştirenlerin aslında ne fikirleri, ne zikirleri ve şükürleri; ne de şifaları vardır.

Âşıklara göre şu dünya var gibi görünen bir yokluk; Allah, yok gibi görünen bir varlıktır. “Âşıklar yokluk âleminde çadır kurmuşlardır.” der, Mevlâna.

Yusuf’un yüzündeki güzelliği Yakup gördü de kardeşleri göremedi. Züleyha gördü, ama Yakup gibi değil, şehvetiyle gördü.

Her aşkın şevki, meşk ve zevki vardır.

Senin aşkın ne?

Zevk’ini ben kişiliğinde, ailende, devletinde görüyorum, aşkını saklasan da.

Yarın herkes aşkıyla dirilecektir. Zevkler de ona göre yol alacaktır.