“A benim bahtı yârım / Gönlümün tahtı yârim / Yüzünde göz izi var / Sana kim baktı yârim”
Edebiyatın inceliği işte burada yatıyor. Cinsellikle aşkı ayıran hudut burasıdır. Bu ince çizgiyi bellemek, onu demlemek ve sonra erbabına sunmak, gönül taşımayı gerektiriyor. Yârinin yüzünde yabancı bir göz izini görebilen biridir, şair ve de sanatçı. Ten bataklığında boğulup cana ulaşamayan seslerin eşek sesinden ne farkı vardır? (Eşek yalnızca şehvete gelince ve acıkınca anırır.)
“İncecikten bir kar yağar / Tozar Elif Elif diye / Deli gönül abdal olmuş / Gezer Elif Elif diye.”
Burada da aynı şey söz konusudur, sevginin derûnî bir boyutu vardır. Şair için çevresindeki bütün varlıklar sevgiliye benzediği için güzeldir, hoştur. Karın yağışını “Elif”e benzetmesi de, çokluk içinde birliği simgelemektedir. Şair sır vermez, iç dünyasını herkese açmaz; oradan sadece anlayana bir katre sunar. Bir başka ozan bunu nasıl dile getiriyor bakınız;
“Biz aşıkız ne söylesek / Sözümüzde yalan olmaz / Sır içinde sır saklarız / Hiç kimseye âyan olmaz.”
Halk ozanlarının iç dünyaları pek karmaşık olmadığı için söyleyişleri sade ve çekicidir. Fakat bu yalınlığın içinde bir “sehl-i mümteni” (basit gibi görünüp zor olan) yatar. Bunun nedenlerinden biri, sevgiliyi, hayallerinin sonsuzluğunda düşleyip, tenden uzaklaşıp cana ulaşabilme çilesinde yatmaktadır. Can birdir, âşık da cana ulaşarak birliğe varmayı hayal etmektedir.
“Yol gösterir hilkatimiz / Hazin olur vuslatımız / Yola girmiş aşk atımız / Taydan vefa beklemeyiz.”
“Aşk atı”nı yola koyup sevgili diyarına doğru kamçı sallayan ozanın gözünde yollar ipince bir tel gibidir ve yolun kenarındaki evler, apartmanlar, ağaçlardan (tay) vefa beklemek olmaz. Çünkü sevgiliye kavuşmayı engelleyen veya erteleyen her şey yol vurucudur ve kahredicidir.
Şairin sevgilisini kıskanması onun varlık sebebidir. Aşk birliği simgelediği için paylaşılmaz; çünkü aşk, çoklukta sırrını kaybeder ve yol olur gider. Bunun için her ozan kıskançtır:
:“Beşikte yatan kuzundan / Hem oğlundan hem kızından / Ben seni senin gözünden / Sakınırım kıskanırım.”
“Aşk ateşi” bildiğimiz ateş türünden değildir. O, Mecnun’u çöle düşürür, Ferhat’a dağı deldirtir, Kerem’i diyar diyar gezdirir. Üstelik dermanı da yoktur; zaten bu yolda “derman” zehirdir, öldürücüdür:
“Yunus gibi perişanım deryada / Mevlâ’yı sevenler yetin imdada / Bunca yıl Mecnun’u çölde, sahrada / Leylâ’ya kul eden aşk ateşidir.”
Aşk, insana bağışlanmış insan olma duygusudur. Hayvanlar yakınlaşmayı (vuslat), melekler uzaklaşmayı (hasret) beceremediklerinden, her iki çile yükünü de insan yüklendiğinden, aşk sadece ona sunulan bir hayat suyudur. Cana duyulan bu gizemli duyguyu, tene duyulan adi şehvet duygusu ile karıştırırsanız, teneke ile altın arasındaki farkı anlamanız mümkün olmayacaktır.
“Sarhoş olan bilmez utanma, arı / Mevlâ’m her kuluna vermez bu kârı / Daha tükenir mi bu dilin zârı / Aşkın goncasını almışım bugün/”
Âşıklar ayrı dünyaların insanlarıdır. Onlar çile kovanından bal sağabilir, gönül deryasından inci çıkarabilirler. Çektikleri elemleri kimseyle de paylaşmazlar. Çilelerle gönüllerini demlerler, sonra gönülden çıkan bu demli sesler söz olur gider. Onların bu sözleri içimizi yakar durur.
“Aşkın iğnesiyle biz işlenmişiz / Her göze görünmez nakışlanmışız / Ne yazı görmüşüz, ne kışlanmışız / Bizim yazlar sizin yaza benzemez.”
İnsanî olmayan ve insana ulaşmayan her söz öldürücüdür. Aşk avare gezer sokaklarda, evlerden kovulalı beri. Özünü bilmeyenin gözü hançer gibidir, sözünü bilmeyenin yüzü hayvan postu gibi. Aşkın dağlara, çöllere kaçışı boşuna değildir; o, artık modern zaman şehirlerinin çocuğu değildir. Aşkın evreni ağlatan nağmelerini kovduk sokaklarımızdan, evlerimizden, şimdi oralardan çığlıklar, feryatlar geliyor kulaklarımıza.
“Gönlümde bir yol var insana gider / Varıp hayvanlara olmam köle ben / Aslım bir cevherdir bin kıymet eder / Gidip karışamam her bir pula ben.”
İstanbul’daki büyük camilerden birinin açılışına Sultan, ilk vaazı vermek üzere bir gönül sultanını davet eder. Herkes camide toplanır. Gönül Sultanı tam kürsüye çıkarken, köylünün biri, Gönül Sultanı’nın cübbesini çekerek ona; “Aman efendim, ne olur, eşeğimi kaybettim; bu kalabalıktan biri bulmuş olabilir, cemaate bir duyurun da eşeğimi bulan varsa, bana bildirsin. Ben onsuz yaşayamam!” der.
Gönül Sultanı vaaza başladığı zaman cemaate, aralarında, ömründe bir eşek dahi olsun bir başkasını hiç sevmemiş biri olup olmadığını sorar. Ezile büzüle üç kişi ayağa kalkar. Gönül Sultanı köylüye döner ve der ki; “Bak sen bir eşek kaybettin, ben sana üç tane eşek buldum!”
“Şarapta aradık balın tadını / Üzüme güvendik, arıdan olduk / Vefasızın ezber ettik adını / Kahpenin uğruna periden olduk.