Bir adam, elinde iki demet çiçekle bilge bir kişinin yanına giderek ona şöyle demiş:
“ Bu demetlerden birisi gerçek çiçeklerden oluşuyor; diğeri ise Çin’de son derece büyük bir maharetle yapılmış yapay çiçeklerden ibaret. Eğer siz sanıldığınız kadar idrak sahibi biriyseniz, sizden hangisinin yapma, hangisinin gerçek olduğunu isteyeceğim. Ama onlara çok yaklaşmamanız ve koklayıp dokunmamanız gerek.”
Bilge kişi şöyle cevaplamış:
“ Akıllıca sorulan soruya akıllıca cevap verilir, düzeysiz bir sorunun cevabı da düzeysiz olur; fakat bu bahçıvanlıkla ilgili bir soru, bir arı kovanı getirin.”
Kovan getirilir ve kovandan çıkan arılar elbette ki gerçek çiçeklere konarlar.
Hayatta doğru seçimini yapamayan insan, varlık balı üretemez. Doğru seçim, aklın (arı) gönüle (çiçek) konarak elde ettiği seçimdir..
Gençler birbirlerini seçiyorlar ve sonunda evleniyorlar. Bir aile kurarak mutluluğun yolunu aramaya kalkıyorlar. Elbette ki bu, onların en doğal hakkıdır. Kimse mutsuz olmak için evlenmez; fakat kısa zaman sonra evin içi cehenneme dönüyor ve çekilmez oluyor. Oysa aile, dünyada cennetin bir şubesi konumunda olan bir kurumdur.
Sevgi eksikliği midir, saygısızlığın karanlık görüntüsü müdür, hayal kırıklığının acısı mıdır, insanları tanıyamama mıdır?.. Ne olursa olsun bir yarılma söz konusudur: Minnacık kalpleri heyelana uğramış çocuklar, sevgilerini nefrete dönüştürmüş eşler, ateşte yürüyen ayaklar; yaralı gönüller, kanayan ümitler!..
Galiba çiçek seçmede bir yanlışlık vardır. Arıları hayata sokmamanın getirdiği bir yanılma söz konusudur. Ya da yapay çiçeklere sürülen bir aldatıcı kokunun (şehvetli duruş, şehvetli bakış), arıları yanlış yöne çekmesidir. Ne olursa olsun, sonunda ümitlerini yitirip yok olan veya yaralanan insanlar bir yana, gerçek sevgi de yara almış bulunuyor. İşte bu, hayatın bizzat kendisinin yok oluşunu beraberinde getiriyor: Gerçek ve doğru sevgi yara alıyor, yetim kalıyor. Sevginin yetim kaldığı yerde kimse mutluluğu beklemesin.
Eşler birbirine varlık bahçesi kurmalıdırlar; bu bahçede fıtrat tohumu ağaca dönüşüp meyve vermeli ve insan yaradılışının hakikatine varmalıdır. Aile, her şeyden öte, insanı yaradılış gerçeğiyle tanıştırmıyorsa, orada mutluluk aramak boşuna bir çabadır.
Sevgi, talip olununca elde edilen şey değil, talip olunacak duruma gelindiğinde insana akıtılan ışıktır, gerisi duygusallıktır ve mevsimliktir. Gerçek sevgiden yoksun şehevi evlilikler, insanın özünü öldürdüğü için, ölülerin mutlu olma şansları da yoktur. Olmak için çaba sarf edenler mutlu olurlar da, sahip olmak için çırpınanlar şehvet çukurunda yok olurlar.
Hayat notalı yaşanmayınca, gürültüler kulakları rahatsız eder. Hayatın notası aşktır, ama o nedir?
Ana arterden cereyan alırsınız ve kablolara verirsiniz. Anahtar ve ampulleri de yerine koyarsınız. Düğmeye basınca ışık yanar. Ne var ki, arada bir kopukluk varsa veya yabancı bir madde girmişse ampul ışık vermez; çünkü ona cereyan gelmemiştir.
İnsan, Rabbin ampulüdür. Aşk, O’nun cereyanıdır ve onunla ampul yanar ve ışık verir. Ampul veya kablolarda bozukluk varsa karanlık kaçınılmazdır. Aşk, Rabbin cereyanıyla insanın nurlanması ve bu nurun bütün hayatı kuşatarak davranışları yönlendirmesidir. Bir insan; Allah’ın cereyanıyla nurlanmamış ve davranışlarını da buna göre yapmıyorsa, o, karanlıkları hayat bellemeye mahkümdür.
Evet, evlerin içi avizelerle renklenmiş, ama maalesef ışık yok; çünkü cereyan yok, yani aşk iflas etmiştir. İnsanın gönül sesine göre makam belirleyenler aşka ulaşabilir. Oysa gençlerin birçoğu, şehvetin karanlık sesine tutsaktır.
Yetim kimdir? Dostunu çaldıran. Genç, gönlünü karanlıklara çaldırdığı için yetim durumundadır. Gönülsüz sevgi olmadığı için, şehvet burada emperyal gücünü hissettiriyor.
İçinizde kendinize ait olmayan plak çalmayın, çalınırsınız.
Genç, ağacın dalı gibidir; bağlı bulunduğu gövdeyi ve kökü unutursa, kurur veya meyve vermez.
Gerçek sevgi, Allah’ın yeryüzüne akıttığı nurdur; beyninde ve özellikle gönlünde arızası olanlar onu tadamazlar ve hayatı da hep karanlık sanırlar. Oysa hayat çok diri ve aydınlıktır.
Gençlerde en az rastlanan şey sabırdır. Bu, biraz yaşın doğası gereği de olsa, zamanın çok çabuk akışı, erken yaşlarda hayatın yükünü omuzlama, sorumluluk duygusunun yaralanması gibi durumlar, gençlerin karar vermede aceleci davrandıkları ve hata yaptıklarını göstermektedir. Bir ailenin dağılması demek, bütün bir hayatının yara alması demektir. Hele de ortada çocuklar varsa, onların gönüllerine adeta kurşun sıkmak anlamına gelmektedir.
Gençlere şunu söylemek isterim:
Eş seçerken şehvetinizi öne çıkararak, şehvetle eş seçmeyin. Denginizi arayın. Erkekler için; “boyca, yaşça, malca, soyca” (hadis) sizden düşük olanları seçin. Güzel kız deyip, hayâsız ve hayatı değerlendiremeyen kızlardan uzak durun; bütün bir hayatınız zindana dönüşebilir. Süslenmeye, kendini göstermeye çok meraklı ve düşkün olan kızları tercih etmeyin. Yahu dindar (dini dar değil) kızları tercih edin.
Kızlar için de; yüzü kızarmayan erkeklerden uzak durun. Sabırlı ve hayatı anlamlandırabilen erkekleri tercih edin. Zenginliğine değil, merhametine, insanlığına bakın. Sizin için de, dindar olanını seçin. (Küçük bir işaret; trafikte kural ihlal edip başkalarının hakkını gözetmeyen erkeklerden uzak durun; çünkü onların ölçüleri yoktur, sizin de yarın hak ve hukukunuzu hiçe sayarlar.)
Allah korkusu, Allah sevgisi içine yerleşmemiş insanların dünyevi bir bedelleri vardır; onu verdiklerinde kişiliklerinden taviz verebilirler. Ancak, gerçek manada Allah korkusu ve Allah sevgisiyle donanmış insanların dünyevi bir bedelleri yoktur ve olamaz.
Şunu da bilmek gerekir; dünya, mutlak mutluluğun yaşandığı bir yer değildir; mutlak mutluluk ancak cennettedir ve dünya da cennet değildir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci