“Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.” (Necip FAZIL)
İç dünyalarında iniş - çıkış olmayan, tepesiz bir ova gibi iç dünyaya sahip olan ve tepenin ardında ne var diye heyecana kapılmayan ne çok insan var şu yeryüzünde. Ve bütün bunlara da “mutlu insanlar” deniliyor! Meselesiz, çilesiz.
Bu tip insanlarda büyüleyici dil de bulunmaz; biteviye konuşurlar ve kimseyi de konuşma ve yazılarıyla etkileyemezler; çünkü maveradan habersizdirler. Risk taşıyan düşüncelerden uzaktırlar, suya sabuna dokunmazlar, “bana ne”cidirler. Entelektüel meydan okumadan uzaktırlar. Sorumsuz ve bencildirler. Merhamet damarları kuruduğundan kimseyi acımazlar. Kendilerine yalandan bir dünya kurarak çoğu zaman oranın kralı ve kraliçesi rolüne bürünerek hayat sürerler. Öldükten sonra da arkalarında hiçbir iz bırakmadan dünyayı terk ederler. Düşündükçe insanın içi ürperiyor!
Oysa duyarlı insanlar, içlerindeki “iniş ve çıkışlarda” hayatı tanırlar. Monoton, düz bir hayat olmadığını bilirler ve adeta hayatları boyunca antrenman yaparak, çile çekerek zihin kaslarını geliştirirler ve kalabalıklar içerisinde kalarak bireyselliğin dünyevi tadına varırlar. Bunun adı kömürlükten kurtularak elmasa dönüşmektir. Elmas da meydanda değildir.
Yenilgiler içine düştükçe, kuru akıl gözüyle değil, gönül gözüyle hakikate varabileceklerini sezerler. Tek gerçeğin, kesin gerçeğin, insanı yanıltmayan derin gerçeğin Allah’ın sonsuz gücünde olduğunu anlarlar ve O’na kul olmayı hayat prensibi olarak seçerler; insan olurlar. İnsan olarak dünyaya gelen bu varlık, yaşamı boyunca içindeki iniş ve çıkışları bir bir inip çıkarak ruhunu saflaştırır ve Simurg’a kavuşmak için Kaf Dağı’nın yolunu tutar. Bir gün perdeler açılır ve aynadaki kendisiyle karşılaşır, insan olur! Bunun adı dünyada cennet esintisini doya doya içine çekmektir. Kuyudaki Yusuf cenneti yaşarken, saraydaki firavun cehennem azabıyla kavrulmaktadır.
Kaf Dağı’ndan aynayı alarak insanların içine dönerler ve insanlara ayna tutarlar. Bu aynada herkes kendini, kendi iç dünyasını gördüğünden, ayna tutana karşı çoğunlukla düşmanlıklar gelişir; çünkü aynada gördükleri insana benzememektedir. Ayna tutucu “istenmeyen” adam olarak toplumdan dışlanır; fakat o, olup bitene karşı hiç tavır geliştirmez ve arada bir sokağa, mabede, işyerine; hayatın her alanına giderek yine ayna tutmaya devam eder. İnsanları çileye davet eder. Akıtılan kan yerine gözyaşlarını çoğaltmalarını söyler. İnsan eti yiyerek ruh vampirleri olmalarının kötü sonuçlarını onlara hatırlatır, dağlardaki doğal ve helal bitkiler yiyerek midelerini hafifletmelerini ve ruhlarının sesini duymalarını salık verir.
“Eklense de başıma dünyada kaç baş varsa,
Başım, onların hepsi için secdeye varsa.” (Necip FAZIL)
Kâmil insan, sadece insanlara değil, bütün varlığa ayna tutup, onları kendi fıtratlarıyla tanıştırmak için bir ömür harcayan varlıktır.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci