İnsan, cennetten ayrılarak dünyaya düşmüştür. Bu nedenle dünyadaki her şeyin sonunda bir ayrılık söz konusudur.
Gündüz işimizin başında veya başka bir şeyle meşgulüz, gece olunca gündüzden ayrılırız.
Çoluk çocuğumuzun başındayız; gurbete çıkar, onlardan ayrılırız.
Çok sevdiklerimiz vardır; ölüm, onları bizden ayırır. Esasen ölümlü dünyada ayrılık kaçınılmazdır.
Ayrılık gözyaşı getireceğinden, insan, dünyada hep arar konumunda olmuştur. Kaybeden insan aramaz mı?
Arayıcı olan insan, vahyi göz edinmeden arar olmuşsa, dünyayı amaç edinerek uygarlıklar kurmuştur. Çünkü uygarlıklar, “amaç dünya” olarak kurulan dünya siteleridir. Burada hiç vuslat/ebedi kavuşmak hayal edilmediğinden, insanlar deli danalar gibi hareketlidir.
Uygarlık sitelerinde insan kendi özüne yabancıdır, olmak zorundadır; çünkü geldiği yeri hatırlayamamakta ve sürekli acı çekmektedir. Ruhu, pınarın gözesini bulamamanın susuzluğuyla kıvranmaktadır. Ayrılık acısını dindirmenin en kestirme yolu da içmek, kendinden geçmektir. Böbrekte taş sancısını dindirmenin yolu ağrı kesici kullanmaktır, ama onun tesiri geçince taş yine böbrektedir. Dünyada İslâm’dan başka içkiyi yasaklayan din, ideoloji yoktur! Bu acılar içinde kendini unutmazsa intihar eder; çünkü içindeki ayrılık acısını dindirecek hiçbir ilacı yoktur.
İnsan düşününce faniliğini hisseder, ölümü hatırlar. Ölümden sonraki hayata inanmıyorsa içi feryat eder; çünkü yaradılış kodları ona sonsuzluğunu telkin etmektedir! Bu kodları örtmenin acısı çok şiddetli tezahür eder. Her şey bu kısa hayat için mi? Bu çelişki onu başka arayışlara iter. Bu arayış sonunda bulunan yerin adı “dünya”dır. Dünyayı “sınırsız- sonsuz” bir mekân yapmaktır. Dünya için vuruşmak, savaş, kan dökmektir. Kabil’in yolunu tutmaktır. Buradaki insan kendi özünü aldattığından, başkalarını aldatmak onun anayasası haline gelir; aldatmadan, yalan konuşmadan duramaz. Yalan, yanlış ve sahte arayışın getirdiği bir sığınaktır.
Kısacası, hayatı yönlendiren ayrılık acısıdır ve bunun sonucu da arayıştır; çünkü her ayrı düşen arar.
Arayıcı olan insan vahyi göz edinerek ararsa, buradaki “dünya” amaç değil, araçtır. Dünya özne değil, nesnedir. Bu insanların dünyada kurdukları sitelere de “Medeniyet” diyoruz. Sonsuzluğa yolcu olan insanların dünyayı araç olarak kullanmalarının adıdır, medeniyet ve bu site, vahiyle aklın evliliğinden doğar. Medeni sitede yaşayanlar hayatı bir yolculuk olarak algılarlar, dünya da bu yolculuk esnasında uğranılan bir handır. Bu site her alanda ( mimari, musiki, sanat, edebiyat, ekonomi, siyaset…) faniliği terennüm eder. Dünyada kaybedilecek tek şey vardır: İman! Onu korur; çünkü onunla açılır sonsuzluk kapısı ve ebedi pişmanlığı önler. Onun dışında dünyada kaybedilip büyük acılar yaşatacak hiçbir şey yoktur; zaten ölüm, dünyevi olan her şeyden seni uzaklaştıracak, ayıracaktır.
Uygarlık sitelerinde ayrılık acısının sonucu savaştır, Medeniyet’te, medeni sitede ise secdedir. Ayrılık, arayışı getirir; bu nedenle uygarlar, arayış esnasında buldukları dünyalıklarını asla paylaşmak istemezler ve dünya “paylaşım savaşı”na dönüşür: Sahip olma hırsı! Medeni sitede paylaşım öne çıkar ve barış esastır. “Sahip olmak” değil, “olmak” amaçtır.
Medeni sitenin mensupları, bu ayrılığın getirmiş olduğu hasret acısını “secde” ile dindirirler. Secde, yaradılış gözesinde akan pınardan su içmektir. Kana kana içilen bu su, Yaratıcı’yı hatırlatır ve vuslat duygusu bütün acıları unutturur.
Dünya, arayışın öznesi olursa “uygarlık” olarak ortaya çıkar ve insanı boğar. Boğulan insanların hırıltılarının adıdır, uygarlık!
Dünya, arayışın nesnesi olursa, kendi içinde insanı olgunlaştırarak “İnsan-ı Kâmil” yapar. “Olmak” duygusu. Bu sitenin adı “Medeniyet”tir.
Cennet ve Mutlak Sevgili özlemiyle dünyaya düşen insanın macerası bitmek bilmiyor.
Rabbim, arayışını vahyin çizdiği yol üzere yapanlardan eylesin.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci