BAHAR DÜŞÜNCELERİ

D. Ali TAŞÇI

 

            “Gelirsin her baharda / Bir diriliş gibi ölü dünyaya.” (Sezai KARAKOÇ)

            Baharın bir diriliş olduğunu ben babaannemden bilirim. Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği köyümüzde doğayla iç içe yaşadık. Bize doğayı sevdiren ve tanıtan büyüklerimizle birlikte dört mevsimi soluduk.

            Dokuz-on yaşlarımda var yoktum. Bir kış mevsimi, ağaçlar yapraklarını, çiçeklerini döktüğü zamanlarda, babaannem elimden tuttu ve beni, bahçemizdeki bir ağacın yanına götürdü:

             “Evladım” dedi, “Bu ağaca iyi bak! Ağacın çiçekleri, yaprakları var mıdır, görebiliyor musun?” Ağaca dikkatlice baktım, ama ağaçta hiçbir çiçek ve yaprak yoktu. Hayretle babaanneme döndüm! Yüzünü bana çevirdi, saçlarımı okşadı ve yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra:

            “Yavrucuğum, bu ağaç şimdi ölmüş!” dedi ve yeleğinin cebinden çıkardığı, benim de en çok sevdiğim horoz şekerini elime tutuşturdu ve ekledi: “ Baban dün çarşıdan alıp gelmişti, senin için sakladım.”

            Aradan birkaç ay geçti, ben evin yaramazı olarak koşturup durdum. Babaannem yine kolumdan tuttuğu gibi beni aynı bahçeye götürdü. Aynı ağacın altına geldik ve toprağın üzerine çömeldik. “Yavrum” dedi babaannem; “Hatırlıyor musun seni kış mevsiminde bu ağacın altına getirmiştim.” “Nasıl hatırlamam babaanne?” dedim, “Sen bana horoz şekeri vermiştin.”

            “Bak oğul, o zaman bu ağaç ölmüş bulunuyordu. Şimdi bak bakalım ağaca, hiç ölmüş ağaca benziyor mu?” Ağaca dikkatlice baktım, “Hayır babaanne, bu ağaç canlı, bak, yaprak açmış, çiçek açmış.” dedim.

            Babaannem bütün şefkatiyle beni kucakladı ve yine cebinden çıkardığı simidi bana verdikten sonra konuştu:

            “Seni kış mevsiminde bu bahçeye getirmiştim, hatırlarsın. O zaman ağaçlarla birlikte bahçede ne varsa hepsi adeta ölmüş, kış uykusuna yatmıştı. Şimdi yavrum, bahar geldi ve bu ağaçla birlikte tabiat canlandı. Ağaçlar çiçek açtı, toprağa sular yürüdü, ekinlere can olmaya hazırlanıyor.” Bunları söyledikten sonra gözleri ufka daldı, biraz sustu ve derinden bir nefes alarak suskunluğunu bozdu:

            “Gözümün nuru, bu ağaçlar, bu çimenler kış gelince nasıl uyuyor, bahar gelince nasıl diriliyorsa, bizler de yavrum, gün gelecek öleceğiz ve dünyayı terk edeceğiz; fakat bir bahar mevsimi gibi gün gelecek meşherde dirileceğiz ve ebediyyen yaşayacağız.”

             Bütün tahsil hayatımda, rahmetli babaannemin bu davranışı hep yönlendiricim oldu. Nice badirelerden geçtik, gençlik hevesiyle, heyecanıyla zaman zaman hayatın uç noktalarına doğru evrildik. Ümitlerimizi kaybeder gibi olduk; fakat rahmetlinin bir köy bilgeliğiyle bana o günlerde vermiş olduğu dersi hiç unutmadım ve hep hayat rehberim oldu.

            “Hakk’tan bahar fermanı gelmedikçe, toprak sırrını açmaz.” diyor, Mevlâna.

            Bahar, sadece toprağın dirilişi değil, insanların da adeta dirilişini muştulamaktadır. Güneşle temasa geçen insan ve doğa, duygularını gökyüzüne haykırmaktadır. Ölü gibi duran bahçeler yemyeşil bir örtüye bürünmektedir. Rengârenk açan çiçekler, onlara bakan insanların da iç dünyalarında mutluluk şarkıları söylemektedir. Papatyalar, menekşeler, zambaklar, laleler, karanfiller, krizantemler… ve bunların çeşitli renkleri adeta doğayı büyülemekte, insana yaşama aşkı vermektedir.

            “Her şey vaktini bekler, ne gül vaktinden önce açar, ne güneş vaktinden erken doğar. Bekle, senin olan sana gelecektir.” (Mevlâna)

            Vakti gelmedikçe anne çocuğunu bile doğuramıyor. Bahar gelmeden de doğanın doğumuna tanık olamıyoruz. Mesela, kış mevsiminde bütün sobaları, kaloriferleri doğada yaksak, asla baharı getiremeyiz. Aynı şekilde, bahar mevsiminde tüm buzdolaplarını doğaya yaysak, yine de kışı geri getiremeyiz.

            Tabiatta mükemmel bir uyum ve düzen vardır. Uzun uzun yıllar geçse de evrendeki her oluşum asla ahengini, düzenini şaşırmamaktadır. Dünya da böyledir. Ne var ki, bilinçsiz insanlar doğayı kirletmekte ve hayatı yaşanmaz konumuna sürüklemektedir. Bu nedenle doğayla uyumlu olmak, insan olmanın da bir gereği ve göstergesidir.

            Beton yığınları arasında baharın geldiğini anlamak da zordur. Ne kuş sesleriyle uyanabiliyoruz sabaha, ne de pencerelerimizi açtığımızda çiçek kokuları doluşuyor odalarımıza. Bu durum insan fıtratını olumsuz yönde etkilemektedir. Ayağını toprağa basmayan, çamurlu toprakta boylu boyunca koşmayan çocuklar, enerjilerini boşaltmakta zorlanıyor ve yapay davranışlarla, besinlerle bu durumlarını telafi etmeye çalışıyorlar.

            Çocukluğumun baharlarını hayatım boyunca hep özledim. Bahar geldiğinde, köy evimizin ahırında, kış boyunca adeta hapishane hayatı yaşayan ineklerimiz, annemin bizi “ Aman, ahır kapısının önünde durmayın. Ben şimdi kapıyı açacağım, kış boyunca ahırda duran inekler, ben kapıyı açınca delişmen bir hareketle kapıdan dışarıya doğru fırlayacaklar. Aman, siz uzaktan seyredin, yoksa ezilirsiniz!”uyarısıyla ahır kapısı açılır ve bizler uzaktan, ineklerin bahçeye doğru koşularını izlerdik. Sonra da kendi aralarında bir dalaşmaya girer ve ardından da bahçede otlarlardı.

            “Kalbimde bir bahar gizli.” deseydi kış, kim inanırdı ona?” (Halil Cibran)

            İnsan unutkan bir varlık.  Anne karnından dünya baharına gelen insan, ölüm kışından sonra ebedi bir bahara uyanacağını çoğu zaman unutuveriyor. Mevsimler nasıl ki deveran ediyor; kış geliyor, ardından bahar sökün ediyor. Kimi kışı yaşarken, kimileri de baharın gürlüğünü içinde coşkuyla hissediyor.

            Gençler hep ilkbahar gibi; yüreklerinde duygular tutuştukça coşuyorlar. Dünya hayatının ilkbaharı, ölüm sonrası cennet hayatıdır. Hep genç kalmak ve ruhunu coşturmak isteyenler, dünya kışında, gelecek ilkbahar için hazırlık yapmalıdır.

            “Sanmasınlar yıkıldık, sanmasınlar çöktük. Bir başka bahar için sadece yaprak döktük.” (Mevlâna)

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci