Soru: Bir odadaki masanın üzerinde biri yapay, diğeri doğal olan iki çiçek buketi var; siz de uzaktan bunları görüyorsunuz. Hangisinin yapay, hangisinin doğal çiçek olduğunu nasıl anlayacaksınız?
Siz düşüne durun, ben cevabını vereyim:
Odanın içine birkaç arı bırakırsanız, arılar gider, doğal olan çiçeğe konar.
Çünkü doğal çiçeğin kokusu /ruhu vardır, yani canlıdır; öbürü ne kadar albenili olursa olsun candan / ruhtan mahrumdur.
Nice insanlar vardır, yapay çiçek gibidir; onlardan bal üretilmediği için arılar, yani “dost”lar onlara gitmezler. Sayısal / makamsal üstünlüğe sahip olmaları hiçbir kıymet ifade etmez.
Meydana bir miktar pislik bırakın, yüzlerce sinek konacaktır; bal bırakın birkaç arı gelecektir. Kimin nereye konduğuna bakın, ürettiği şeyle birlikte kendi değerini de anlarsınız; tabii irfan sahibi iseniz. Değer çoğunlukta değil, kalitede ortaya çıkar.
Kişiliği gelişmemiş insanın kendine faydası yoktur ki başkalarına faydası olsun. O, bal yapamaz. Bazı arılar da vardır ki onların da bal yapma yetenekleri yoktur; beleş bala konan asalaklardır. Bunlar asla üretemezler, daima tüketirler. Eşek arısı tıynetindeki bazı insanlar da çok konuşur ve hayatları eleştiri ile geçer; asla çözüm önerileri yoktur. Uzun yaşarlarsa, ömürlerinin sonuna doğru en yakınları tarafından da yalnızlığa terk edilirler.
Baktığınız zaman kerli ferli adamlar, bir şeyler umarsınız onlardan, ama eşek arısı gibidirler, bal yapamazlar; ne var ki ısırmayı iyi becerirler. “Onlar, duvara yaslanmış kalaslar gibidir.”
Bir kilo bal yapabilmek için arıların bir buçuk milyon çiçeğe konması gerekiyormuş. Bal bunun için kıymetlidir.
Gönül çiçeğine konmamış, doya doya gönül kokusu almamış olan insanlardan iyilik bekliyorsanız, hem baldan mahrum olursunuz, hem de eşek arıları evinizi, memleketinizi doldurur da anlayamazsınız. Huzursuzluğunuzun, mutsuzluğunuzun kökenini de bulamazsınız.
Yaratılış değerleriyle tanışamamış olan insanın gönül kovanı bomboştur. Dışarıdan baktığınız zaman ne güzel kovan, ama içinde bal yoktur.
Aslında bir kovanda arının olup olmadığını anlamak için kovanın içini açmanıza gerek yoktur, kovanın yüzünde arılar yoksa o kovan yetimdir. İnsanların yüzlerine bakıp onların iç yüzlerini tanımak için arı dostu olmak gerekir.
Kalbinde yaratılanlara karşı sevgisi olmayan insanların gönül telleri kopmuştur; onun için onlardan ruh nağmeleri duyamazsınız. Sesini, sevgi notalarıyla besteleyemeyenlerin medeni vahaları olamaz. Modern zamanların mağaralarında cırtlak seslerin mahkümü olmamak için, içimizde yankılanan Davudî seslere beste yapmak zorundayız.
Kim içindeki fıtrat sesine beste yapmışsa o mutludur, mağarada olsa bile. Bunu yapmayanlar saraylarda, atlas döşeklerde mutsuz, uykusuz hayat geçirirler.
Bal, çiçeklerden yapılır, ama çiçeğe benzemez. Bin bir çeşit çiçeğin özünden arı bal yapar; ne var ki hiçbir çiçeğin adı okunmaz balda, onun adı baldır.
Öze ulaşan insanın isme, şana, şöhrete ihtiyacı yoktur; çünkü bilir ki, bütün bunlar kabuktur, öz/bal değildir. Öze ulaşmadan insanın tadını almak mümkün müdür? İnsanın tadı, yaratılmış tüm nesnelerin tadından daha tatlıdır. Gerçek dostluk, öze ulaşanlara verilmiş bir dünya armağanıdır. Bunun siyasi uzantısının adı da ümmet bilincidir.
Çıkın bir gün kırlara ve çiçekleri seyredin; onların içindeki balı düşünün, göremeseniz de. Çiçekten bal çıkmaz diyenler, henüz bal arısıyla tanışamamış, eşek arılarıyla ömür tüketiyor demektir.
Ruh çiçeğiniz kurumasın ve varoluş arısı sizi terk etmesin.
Önümüzdeki dönemlerde yurdumuzun dört bir köşesinden bal arısının uğultusuyla uyanmak ve bal ile kahvaltı yapmak duygusuyla…
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci