Başarı, insanı sevimsizleştirir mi?

D. Ali TAŞÇI

 

            “Tutunamayanlar” romanının ünlü yazarı Oğuz Atay, bir röportajında (Yeni Ortam Gazetesi, 30. 09. 1972); başarının, insanı sevimsizleştirdiğinden, söz eder.

            Bu sözü okuyanların içinden bir “hımm” geçtiğini duyuyor gibiyim; çünkü ben de aynısını yapmıştım. İnsan yükseldikçe gözlerden küçülür, sevimsizleşir ve yakın çevresinden uzaklaşır; fakat zihinlerde çirkin bir siluet gibi büyür. Her zihin de bu büyüklüğü kabul edemez. Burada ince bir ayrıntı vardır: Haramla büyüyenlere, hak adına karşı çıkmak erdemdir ve olgun insanın güzel bir davranışıdır. Fakat dert hak değil de nefis ise ve nefsin dürtüsüyle karşı çıkmak yatıyorsa, onun karşı duruşu şeytanidir ve bunun olumlu bir yanı yoktur.

            İnsanoğlu fıtri bir terbiyeden geçmemişse kıskançtır, hatta hasettir. (Haset, kıskançlığın tavan yapmış şeklidir ki, “Sendekine asla tahammül edemiyorum; yeter ki sende olmasın, ben ölmeye razıyım!” demektir.) Karşı tarafın başarısını kaldırabilecek, içten takdir edebilecek insan sayısı ne yazık ki azdır.

            Çevrenizde siz de şahit olmuşsunuz, komşusu ev almıştır, araba almıştır; ama birilerinin kıskançlığını, hatta hasedini tavan yaptırmıştır. Adam helal yollardan ev almışsa, arabasını helal yollarda kullanıyorsa bir Müslüman’ın bu duruma kıskançlık duyması değil, onu tebrik etmesi gerekir, ona dua etmesi komşuluk görevidir.

            Bunlara benzer başarıların nasıl kıskanıldığını, sahiplerinin nasıl “sevimsizleştiğini” görmek için fazla uzaklara gitmenize sebep yoktur; zaten uzaktakiler, onları tanımaz ki, dostluk da düşmanlık da yakından gelir.

            Başarıda zirvelere doğru tırmananların düşmanları çok olur. İftiralar, dedikodular, gıybetler; maddi ve manevi saldırılar başlar. Kıskançlık ve haset, genelde yakın çevre içinde zirve yapar; çünkü tanınmayan insanlara karşı kıskançlığın gelişmesi mümkün değildir. Eğer birileri zirveye doğru maddi ve manevi olarak yol alacaksa veya alıyorsa en yakınlarına dikkat etmelidir. Çünkü o zirveye çıkarken, onun paçalarından asılıp onu aşağı indirmeye çalışacak olanlar, en yakınında bulunanlar olacaktır. Bunun içindir ki, insan, sırlarını kendi içinde sakladığı müddetçe rahat eder. Yeni aldığın son model arabanla komşularının gözüne diken olursan, tepetaklak gitmeyi de gözüne almalısın. Haset etmemek kadar, hasede meydan vermemek de insanlık görevi ve onurundandır.

            Ünlü Rus yazar Dostoyevski; “İnsanları toptan sevmek alçaklıktır.” der. Bunun adı “lay lay lom”culuktur, riyakâr insanların çiğnediği sakızdır. İyiler, iyilikler sevilir; kötüler, kötülükler sevilmez. Burada esas olan “iyi” ve “kötü” kavramını kimin belirleyeceğidir. Klas duruş sergilemek herkesin işi değildir.

            Bazen çevrenizde duyarsınız, “Allah komşuma da versin.” duasını. Elbette bu duayı içten edenler mutlaka vardır ve onlar iyi insanlardır; fakat bu duayı ederken ağzından lav dökülen insanlar da mevcuttur. Rahat otururken ahkâm kesenler, iş ciddiye varınca şekil değişikliğine gitmekten çekinmezler. Sarmaş dolaş oyun oynayan köpeklerin ne hoş davranış sergilediklerini söyleyen müridine Mevlâna; “Onların arasına bir kemik at.”der ve olanlar olur, köpekler birbirine girer.

            Hz. Ömer’in memurlarına verdiği emir düşündürücüdür:

            “ Akrabalara emredin, birbirlerini ziyaret etsinler; fakat çok yakın olmasınlar!”

            Yakın akrabalarını, komşularını kıskandıracak söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Sürekli aynı yere girip çıkan insanlar sonunda bir belaya uğramaktan kaçamazlar. Eşler arasında bile, arada küllenen sevgiyi harlamak için, kısa süreli ayrılıklar faydalıdır.

             Kıskançlık ve haset ateş gibidir, girdiği yeri yakar, küle çevirir.

            İki kişi kıskanılmaz; baba, evladını kıskanmaz; öğretmen, öğrencisini (pek) kıskanmaz; çünkü ikisi de eser olarak görülür ve dolaylı olarak kendine mal edilir.

            Kıskançlık ve hasedin en yaygın ve yakıcı olduğu yerler “başarı meydanları”dır. Özellikle “sanatçılar” arasında kıyasıya bir kıskanma ve haset yarışı sürüp gider; çünkü oralarda egolar tavan yapmıştır. Egoların zirve yaptığı yerlerde haset mikrobunun üremesi kaçınılmazdır. Ego, ruh bataklığıdır; orada ilahlar ürer; ilahların da aralarında savaş eksik olmaz.

            Bireysel olarak böyledir de toplumsal durum bundan pek farklı mıdır?

            Hele bizim gibi siyaseti bir araç kavgası olarak değil de amaç kavgası olarak gören toplumlarda, kıskançlıkların hasede dönüşmesi adeta kaçınılmazdır. Bu tip anlayışlarda kendisi başarılı olamamışsa, başarılı olanın iktidarı onun için ölümdür; dolayısıyla “batsın bu dünya!”

            Bir kişide, bir toplumda veya bir dünyada, yönetime gelen kişi, zümre veya devletlerin, samimi bir inançla halkın fıtratlarını geliştirici adil bir düzen, adil bir paylaşım gibi niyetleri yoksa ve daima “ben- ego- ene” kavgası peşinde koşuyorlarsa, orada huzurdan bir eser bulamazsınız. Kimse de söylenenleri kaale almaz ve kaos meydana gelir. En iç kaos, yaşayanların daima tedirgin halleridir, karmaşadır, güvensizliktir. Bu durum, bazen ekmek bulmaktan da öncelikli çözüm ister.

            Bu durum Kabil’le başladı ve Kabil, kardeş katili oldu, kardeşi Habil’i öldürdü. Kabilî zihniyet taşıyan birey veya toplumlar kıyamete kadar devam edecek; lakin mübarek ruhlar Habil’den yana tavır sergilemekten de geri durmayacaklardır. Rabbim, hak ile batılı ayırabilen ve haktan yana taraf belirleyen kullarından eylesin.

 D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci