BAŞBAKAN’IN HİCRANI BU MEMLEKETTE HÂLÂ SÜRÜP GİDİYOR!

D. Ali TAŞÇI

 

            Özellikle 20. Yüzyıl, ülkemiz açısından tam bir trajedi, dram ve hüzün yüzyılıdır.  Cihan devleti bu yüzyılın başında gidince, bu devletin sınırları içindeki insanlar yerlerinden yurtlarından, hatta canlarından oldular.

            İkinci Abdülhamid’in 25 Nisan 1909’da İttihat ve Terakki tarafından tahttan indirilmesiyle başlayan acılar devam etti yıllarca ve zaman zaman da devam etmektedir. 1912 Balkan Savaşı ve göçler, 1914 Birinci Dünya Savaşı (Osmanlı yaşasaydı bu savaşın olamayacağını, İngiliz tarihçi A. Toyyonby söylemektedir.), 1915 Çanakkale Savaşı, 1918 Kurtuluş Savaşı… Her cephede bunca savaşa kim dayanabilir?

            Düşman topraklarımıza girmesin, namusumuzu payımal etmesin, zihniyetimize halel gelmesin diye savaş yapılır. Yaptık ve 4 milyon kilometre kare topraktan, 780 bin kilometre kareyle çıktık. Kala kala 13 milyon nüfus kaldı ki, bu nüfusun 9 milyonu kadın ve geri kalan 4 milyonu da yaşlı erkek ve çocuktu. Savaşlarda gençlerimizi toprağa verdik. Bunların başında da Çanakkale geliyor. Biz Çanakkale’de Osmanlı’yı toprağa gömdük, aslında. En önemlisi de zihniyetimizi kurban eyledik! Zihniyeti kurban eylemenin ne anlama geldiğini bugün acı acı solumaktayız.

            Şimdi benim asıl söylemek istediğimi,  Ali Ulvi Kurucu’nun “Hatırat”ında Menderes söylüyor. Hatırat’ın birinci cildinden okuyalım:

            “Atıf Benderlioğlu (Menderes’in bakanlarından) Adnan Menderes’le ilgili şu hatırasını da bize anlattı:

            “Bir Kadir gecesi İstanbul’da bulunuyoruz. Adnan Bey bana, Fatin Rüştü Zorlu’ya ve Hasan Polatkan’a (60 darbesinde üçü de idam edildi.) “Bu gece bir yere söz vermeyin, sizi bir yere götüreceğim.” demişti. Akşamdan sonra Park otele geldik.

            Menderes bizi arabasına aldı, götürüyor; nereye gittiğimizi de söylemiyor. Derken Fatih Camii’ne geldik. Cami dolmuş, avlu dolmuş, cemaat dışarı taşmış. Teravih kılınmış, millet vaazı dinliyor. Menderes dedi ki:

            “ Arkadaşlar, bu millet, bu mübarek ve mukaddes geceyi nerede ve ne şekilde geçirir, görün diye sizi buraya getirdim. Bu manzara bu milletin ruhunun aynasıdır. Yağmur da, kar da, tipi de yağsa bu gördüğümüz halk böyle mıhlanıp kalmıştır. İmanı onu Allah’ın huzurunda perçinlemiştir. Bu millet budur. Hicranım nedir arkadaşlar, biliyor musunuz? Bu kalabalığın içine girememektir. Böyle arabanın içinden seyretmek çok acıdır. Bizler milletten kopmuşuz, onun kalbine girememişiz. Kafesteki kuş gibi çırpınıyoruz, bizim halimiz budur.” (1. Cilt, 284. Sayfa)

            Bir başbakan’ın bunları söylemesi acıdır, hem de çok acı! İktidarsınız, ama muktedir değilsiniz. “Kafesteki kuş gibi” çırpınıp duruyorsunuz. Nasıl bir zihniyet inşa edildi ki, bir Başbakan bile sesini yükseltmekten korkar hale gelebiliyor!  ( Menderes korkusunda haklıymış, sonunda onu idam ettiler.) Bir insanın en büyük çilesi, inançlarını hayata geçirememektir, inandıklarını yaşayamamaktır.

            Aliya İzzetbegoviç bir cümle ile bu durumu özetler; çünkü o, bedel ödeyerek başa geçmiştir. Diyor ki Aliya: “ Savaş, ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.” Kimlerle, niçin savaştık; sonra da savaştığımız insanların zihniyetiyle dünyamızı niçin kurduk? Bu nasıl bir çelişkidir? Bu çelişki çözülmedikçe, ülkemizin gün yüzü görmesi adeta imkânsızdır!

            Seyyid Onbaşılar, Nene Hatunlar imanları için, namus ve Dinleri için savaştılar, canlarını verdiler. Kendini bilmez zavallılar, Nene Hatun’un kıyafetini çıkarıp, savaştığımız Batı’nın kıyafetlerini ve zihniyetini giymeyi “özgürlük” sayıyor; bunu da “bayram” olarak kutluyor! Savaştığımız insanların zihniyetini bayraklaştırdıktan sonra, ismi Hasan olmuş, Hans olmuş fark eder mi? Birileriyle savaşıyorsunuz, sonra da onların hayatlarına, onlardan çok siz sahip çıkıyor ve yaşamaya başlıyorsunuz! Bu nasıl iş yahu? Beyin Çanakkale’mizi kurban etmeden bunlar olmaz.

            Ortak payda olmadan bayağı kesirlerde işlem yapılamıyor. Bir ülkenin de ortak paydası yoksa veya darbe yemişse, o ülkede işlemler yürümez. Ülkemiz insanlarının büyük ekseriyetinin ortak paydası İslam’dır. Sarhoşunun da, kumarbazının da, hırsızının da sonunda sığındığı yer İslam’dır. Bu İslam’ın doğru ve aydınlık yüzünü nesillerimize iyice öğretebilmek için eğitim şarttır. Birkaç mütegallibenin paraya, makama ve resmi ideolojiye sığınarak halkın inançlarının önüne ket vurması daha ne zamana kadar sürecek?

            Bunca insanın ölüm sonrasını karanlığa boğmak kimsenin haddi ve hakkı olamaz. En büyük cinayet budur. Söylenecek o kadar çok söz vardır ki, bazen susmak, feryadın tsunamisi olabiliyor.

            Tayyip Bey’e düşmanca tavır geliştirenlerin, inanın, dünyevi hiçbir kaygıları yoktur. Onların tüm düşmanlıklarının nedeni, onun başının secdeye varmasından ötürüdür. Menderes, camiye girememesine rağmen ona tahammül edemediler. Tayyip Bey ise cami cemaati; mesele budur. Tayyip Bey çıksın bir bardak bira içsin, ertesi gün “dünya lideri”ni görün siz!

            Dünyada “ekonomik savaş” işin görünür kısmıdır; asıl savaş Hak ile batıl arasındadır. Ülkelerinde Kur’an yakılırken seyirci kalanlar onlar değil mi?

            “Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler ve hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki: “Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.” Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır.” (Bakara, 120)

                                               D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci