“ Başarılı olmak yetmez, ötekiler başarısız olmalıdır.”
“ Ne zaman bir arkadaşım başarılı olsa, ben biraz ölürüm.”
Bu sözleri sıradan biri değil, Amerikalı ünlü yazar Gore Vidal söylemiş. Zirveye tırmananlar orayı kimseciklerle paylaşmak mı istemiyor? İnsan şöhrete ulaşınca daha mı cimrileşiyor ve kıskanç, haset oluyor?
Kıskançlığı anlayabiliyoruz da hasedin içe bir ateş gibi oturmasını anlamak zor.
Haset, “Sendekilere tahammül edemiyorum, bende olmazsa olmasın, yeter ki sende hiç olmasın”ın anlamıdır.
İnsan olmak gerçekten sanattır. Her sanat bir usta elin ürünüdür. Haset yüklü gönüllere demek ki usta eli değmemiş, ateş değmiştir. Hasetçi, ateşle yaşayandır.
“Hangi devirde yaşıyoruz? Bu zamanda aldatmadan, yalan dolana başvurmadan, ihanet etmeden… yaşayamazsın ki! En kıymetli insan şeytan gibi olandır.”
Her gün duyduğumuz ve artık kanıksadığımız sözler bunlar.
Haydi, kendimizi sıgaya çekelim:
Hani şu komşumuz var ya, aynı zamanda akrabamız da olur. Çocuğu üniversite sınavlarında veya TEOG’da derece yaptı, seninki ise başarısız oldu.
İçinden geçenleri okuduğun zaman yüzün birazcık kızarabiliyorsa, insanlığından tam istifa etmiş sayılmazsın.
Filan tanıdığın, helal-haram demeden, kesesini iyice doldurmuş. Sen halkın arasında onun haramzade olduğunu söylerken, içinden ateşler dökülerek, onun bu lüksü seni eritiyorsa, insanlığını yele vermişsin.
Gerçekten filanın haram yiyerek şişmesine onun adına üzülmüş ve bu sapkınlıktan dönmesi için Allah’a dua etmişsen, yalnız senin iyi değil, çevrenin de iyileştiğini göreceksin. Fakat öyle bir karanlık tünelde kaldın ki, haset senin içini yakıyor, adeta varlık sebebin olmuş.
Yaşadığımız zaman dilimi, sevgi akrabalığı kurulmasına engel görünüyor. Sen de zamana uymuş ve bu akrabalığı kuramamışsın. Bu nedenle evinin içine ateş düşmüş. Hanımınla bir gün iyi olsan, üç gün kötüsün. Çocuklarının bile sana saygıları kalmamış. İstersen senin adına çok acı olan bir gerçeğini de söyleyeyim: Sen, çocuklarını da “baba” gibi sevemiyorsun; çünkü içindeki kötü tohum, sende bulunan sevgi ocağını yakmış bulunuyor. İçkiye sığınarak masum rollerine bürünmen sadece kendini aldatmak içindir.
TV dizilerini izlerken, senin bu halini yansıtan sahneleri görünce herkesin önünde belki küfrediyorsun; ama içten içe de “hııh!” çekerek kendine arkadaş bulmanın hınzırca hazzını yaşıyorsun.
Gel, seninle dertleşelim:
Çocukluğunda fıtrat tohumuna bir bahçe kurulmadı, anlıyorum; ağaç olamadın, meyve veremedin; kuşlar dallarında ötüşemediler. Birileriyle elindekileri paylaşmanın getirdiği huzuru, mutluluğu yaşayamadın; insancıl duyguların boy veremedi. Fakat yol bitmiş, bahçe tarumar olmuş değil. Muhabbet bahçesine düş ve sevgiyle aşılan. Bunun için de gönül baharlarını dört gözle bekle, kaçırma. Her bahar, hayata açılan birer kapıdır; haset denilen paslı anahtarı at ve yeniden bir altın anahtar, şefkat anahtarı bul, kapıya gel. Bu kapı gerçekten dost kapısıdır, kimse geri çevrilmemiştir.
İçinde gezinen akrepleri, yılanları boşalt ve acılardan kurtul. Çok acı çekiyorsun; dengesiz duruşun, gözlerindeki ateş bunu gösteriyor. Biraz da sabret, her meyve mevsiminde sofraya gelir.
Sen esnafsın, tüccarsın; memur, öğretmen, doktor, mühendis, politikacı, işçi, öğrenci…sin. Hayatın her kademesinde adın okunuyor. Ruh beyazlığını, şeytanî karalıkla bulamanın, karanlıklara dalmanın sana bir yararı yok. Mutlu olmak için ne yazık ki diploma yeterli değil, ekmeği yemedikçe onu “ekmek” diye satırlardan okuyarak doyamazsın.
Çevrene baktığında kokuşmuşluğu görüp: “ Ama herkes!..” diyerek kendine sığınak arıyorsun.
“ Köpek ısırdı beni, ben onu ısıramazdım, insandım ve dudağımı ısırdım!” diyen Mevlâna’yı dinle. Dinle de insanlığının altını çizerek geleceğe not düş.
İnsan olmak kolay mı sanıyorsun? Sohbet sevgili üzerine değilse, ilgi çekmez. Sohbetlerine bak, kimin üzerinedir? Senin sevgilin “kim” le mi tanımlanıyor, yoksa “ne” ile mi? Kapkara dumanla dolu olan gönül odanın penceresini “sevgi” şifresiyle aç ve biraz nefes al.
İçinde patlamaya hazır bulanan kin, nefret, kıskançlık, haset… gibi güçlü bombaları, bir uzmanın eliyle artık etkisiz hale getir ve ebedi mutlu yaşamayı hak et!
Yine de sen bilirsin!
NOT: Allah aşkına birileri İstanbul’daki şu “asker sevkiyatı” denen kepazeliği durdursun! Dağda olmaz bu vahşilik! Gecenin köründe silahlar, klaksonlar, patlak ekzostlar, ıslıklar… daha neler ve neler konuşuyor sokaklarda! Bir yetkili yok mu, bu kepazeliği durduracak?
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci