Başörtüsüne karşı çıkanlar kefen için ne derler?

D. Ali TAŞÇI

Türkiye Büyük Millet Meclisi, var oluş yapısına uygun olarak, milletin isteği ve hakkı doğrultusunda bir karar verdi ve üniversitelere başörtüsüyle girmeye izin veren yasaları kabul etti. Böylece uzun yıllar kangrene dönüşmüş olan bir insan hakkı ihlali de ortadan kaldırılmış oldu. En azından şimdilik öyle gözüküyor.
Aslında yasalarla kısıtlanmamış olan ve sadece idari tasarrufla yasaklanan bir hak ihlali söz konusuydu. 28 Şubat sürecini hatırlayalım: MGK’da, o zamanki Erbakan- Çiller hükümetine tavsiye niteliğinde 18 maddelik bir “tavsiye- muhtıra“ verilmişti. Bunun 13. maddesi, üniversitelere başörtüsüyle girilmemesini ön görüyordu. O zamanki bir kurmay albay, üniversite rektörlerini toplayarak onlara konu ile ilgili bir brifing vermişti ve ondan sonra da üniversiteler, bir kanuna dayanmadan idari tasarrufla, üniversitelerde başörtüsünü yasakladılar.
Şimdi, Anayasa’nın 10. ve 42. maddeleri değiştirilerek yapılan nedir? Üniversitelere, bundan sonra herhangi bir yasaya dayanmadan özgürlükleri ihlal edecek bir tasarrufa gidemezsiniz, deniliyor.
19. ve 20. asrın mümeyyiz vasfı ( temel özelliği ), Allah’ı hayattan kovma girişimidir. Türk halkının nerdeyse tümü Müslüman’dır. Müslüman bir bireyin dünyasını da İslam belirler. Onun dışında başkalarının söz ve davranışları saygı görse de hayat düsturu olarak algılanmaz; çünkü Müslüman’ın inancı budur ve o, bu inancından dolayı kınanamaz. Kınansa bile, kınayıcıların kınamalarına aldırış etmez.
19. ve 20. asır Allah’a savaş açtı diye, bir Müslüman’ı da aynı kervanda görmeye kimsenin hakkı yoktur. İslam, evet bireye çok önem verir; müthiş bir bireysel dindir; ama arınmış bireylerin erdemli toplum oluşturmaları için bu böyledir. Yoksa İslam’ı toplumsallıktan uzak görmek, en azından korkunç bir cehalettir.
Elbette İslam, Allah ile kul arasındadır ve lakin Allah’a dost olmuş bir kulun, toplumu bozmaması içindir bu. İslam, netice olarak, toplumsal bir projedir ve bu, şu veya bu şekilde, on dört asırdır uygulanmaktadır.
Seküler (ötesi olmayan) dünya görüşünün müntesiplerinin İslam’ı ve Müslümanları anlamamalarını anlıyorum. Dünya, kısa vadeli bir yürüyüş parkurudur. Her şey buraya göre ayarlanmışsa, burası öyleyse çok hızlı bir şekilde değerlendirilmelidir. Hız ve haz, dünyevilerin vazgeçemeyecek oldukları en önemli iki yaşam biçimidir. Dünya hayatı kısa, haz da kısa vadeli ve dünya ile paraleldir. Öyleyse, bu paralelliği bozacak olan her türlü anlayışa savaş açılmalıdır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın başka bir sebepten doğduğunu mu sanıyorsunuz?
Hazzı mutluluk belleyenlere bir sözümüz yok, ancak asıl mutluluğu fıtratının kodlarında ve sonsuzlukta arayanların da dünyada yaşadıklarını, haz ehlinin bilmesi gerekmektedir; tabii hazdan başlarını kaldırıp, çevrelerinde de başkalarının yaşadığının farkına varabilmişlerse.
Seküler dünyayı öncelemiş haz ehline şunları söylemek istiyorum:
O’nun sunduğu sistem evrenseldir; çünkü O’nu zaman ve mekân kuşatamaz.
Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir, aslolan sonsuz hayattır.
Tarih içerisinde O’na ve O’nun elçilerine karşı direnenlerin sonuçları hep perişanlıkla bitmiştir; çünkü evrenin tasarruf sahibi O’dur.
Haz içinde yaşarken O’nu unutanların başucuna ölüm gelip çattığında, “aman“ dilemeyen ve dilemeyecek olan bir insan hayal edilemez. Düşmekte olan bir uçakta ateiste rastlayamazsınız; çünkü ölüm korkusu, insanı fıtratıyla tanıştıran şok etkisi yaratır.
Aslında insanın isyanı, içinde kodlanmış olan sonsuzluk duygusunun sadece fani dünya ile kıyaslaması ve bunun çelişkisidir. Bu çelişkidir ki üzüntüyü doğurur.
Başörtüsünün serbest kalmasına üzülenleri iyi anlıyorum; çünkü bu durum, onların “haz” dünyalarını etkiliyor ve üzülüyorlar; bundan daha tabii ne olabilir?
“Üzüntü”yü nasıl tanımlayabiliriz? Sevdiklerimizi kaybettiğimizde bizde uyanan duygudur, diyebiliriz. En çok neyi severiz? Elbette ki hayatımızı, canımızı. Ama o da bir gün elimizden gidecek! İşte insanın paradoksu burada başlıyor. Ölüme razı değil.
İslam, insana ölümsüzlüğü getirdiği için insan fıtratına uygun ve evrensel bir din, yani hayat biçimidir. Kesinlikle insan, yokluğu kabullenemez. Beşeri ideolojiler ( ideoloji zaten beşeri olandır. ), faniliği yok edip, Baki olana ulaşamadıklarından hep üzüntü doğurmuştur; çünkü fani demek, elinden kayıp gidecek olan demektir.
Başörtüsü için kaygılananlar üzülmesinler; başörtüsünü dininin yaşam gereği olarak algılayanlar, inanınız ki sizleri de Allah’ın mukaddes bir varlığı olarak, insan olarak görüyorlar.
Gerçekten Müslümanların gönüllerini kalıba dökebilecekleri bir yer açılırsa, inanıyorum ki orada herkes kendini de görecektir. Bu sonsuz yürüyüşün ritmini bozmayalım. Ölüm hepimizin kapısında dururken ve önümüzde nice yollar varken, kısacık dünya hayatı ve anlık hazlar için ebedi yaşamımızı tehlikeye atmayalım.
Bugün başörtüsüne karşı çıkanlar, yarın aynı bezden yapılmış bir kefenle örtüneceklerdir. Ne olur, biraz da yarınlarımızı düşünelim, gafleti üzerimizden atalım.
Başörtüsünü de basit bir bez parçası olarak görmeyelim; o, sonsuz hayatımızı açan bir anahtar niteliğinde niçin olmasın? İnanıyorum ki Allah, gerek Türkiye’de ve gerekse de dünyada yaşayan kulları için çok iyi ve hayırlı şeyler murat etmiştir. Zamanla bunu inşallah göreceğiz.
Not: 15 Şubat 2008 Cuma günü “ Namaz Gönüllüleri” olarak Bursa, Mustafakemalpaşa’dayız, inşallah. Dostları bekliyoruz.